Destekten Yoksun Kalma Tazminatı

By Unknown 12 Şubat 2013 Salı 0 comments
Özellikle son dönemlerde trafik kazaları sonucu hayatını kaybedenlerin yakınları tarafından talep edilmeye başlayan tazminatın içeriği hakkında size bilgi vereceğiz.



1- KONUYA GENEL BAKIŞ
            Tazminat isteyebilmek için, kuşkusuz, hukuka aykırı eylem sonucu bir "zarar" doğmuş olmalıdır. Ancak "zarar" kavramının "malvarlığı eksilmesi" tanımıyla sınırlı tutulmasını, bu eksilmenin haksız eylem öncesi ile sonrası arasındaki "fark" olarak görülmesini (fark kuramına bağlanmasını) ve denkleştirme adı altında tazminatın törpülenmesini, yasanın anlam ve amacına ve yaşam gerçeklerine aykırı buluyorum.
            Kişisel kanaatime göre zarar, gene parasal bir değerlendirmeyi gerektirmekle birlikte, yalnızca bir malvarlığı ve kazanç eksilmesi değil, beden ve beyin gücü eksilmesi veya yitimidir. Bu, yaralanma ve sakatlanmalarda beden ve beyin gücünün geçici veya kalıcı olarak bir parça eksilmesi veya bütünüyle yok olmasıdır. Ölümlü olaylarda ise, ölen kişinin beden ve beyin gücüyle yakınlarına sağladığı destekten yoksun kalınmasıdır. Bu desteklik, aşağıdaki bölümlerde açıklanacağı üzere, yalnız parasal olmayıp, yardım ve hizmet ederek, bakıp gözeterek, bilgi ve deneyimlerinden yararlandırarak da gerçekleşebilmektedir.
            Ölümlü olaylarda, zarar görenler, ölenin yakınlarıdır. Yakınlar, mirasçı olanlar ve mirasçı olmayanlar diye ikiye ayrıldığına göre, destekten yoksunluğun mirasçılıkla doğrudan veya dolaylı bir ilişkisi yoktur. Öteden beri bilim çevrelerinde (ekonomik ve toplumsal ilişkileri ve zaman içindeki değişimleri incelemeden ve gözlemlemeden) ard arda birbirlerini yineleyen ve Yargıtay`ın bazı eski kararlarına yansıyan görüşleri "zarar" ve "zararın giderimi" kavramlarıyla bağdaştıramıyorum ve yaşam gerçeklerine aykırı buluyorum. Örneğin, hukuka aykırı eylem sonucu desteğin ölümüyle, destekten yoksun kaldıklarını ileri süren mirasçıların, miras payı veya miras geliri nedeniyle ihtiyaçtan kurtuldukları ölçüde zararın azalacağı, giderek mirasın erken elde edilmesiyle beklenmedik bir zamanda zenginleşme durumunda herhangi bir zarardan söz edilemeyeceği biçimindeki görüşleri yasaya ve hukukun genel ilkelerine aykırı buluyorum. Bu anlayıştakilerin, haksız eylem ile miras veya miras geliri arasında nasıl bir "nedensellik bağı" kurdukları anlaşılır gibi değildir. Ayrıca "denkleştirme" adı altında miras gelirlerinin tazminat tutarından indirilmek istenmesi de, haksız eylem sorumlularının daha az tazminat ödemeleri veya tazminat ödemekten büsbütün kurtulmaları gibi bir sonuç verecektir. Hani neredeyse bu anlayıştakilere göre, er veya geç elde edilecek mirasa veya miras gelirlerine, haksız eylemin neden olduğu ölüm yüzünden, vaktinden önce kavuşuldu diye haksız eylemi işleyenleri ödüllendirmek gerekecektir ki, bu görüşlerin hak ve adalet duygularıyla bağdaşmadığı açıktır. Kimilerine göre de, ölenin yakınları varlıklı kişiler iseler, destek tazminatı isteyemeyeceklerdir. Dahası, ölenin yakınlarına, ölen destek dışındaki kişilerden bir miras kalmışsa ve bu mirasın gelirleri onların bakım ihtiyacını karşılamakta ise, tazminat istenemeyeceği veya zarardan indirim gerekeceği biçimindeki görüşleri ileri sürenlere söyleyecek söz olmadığını düşünüyorum. Bu tür görüşleri savunanlar ve yinelemeyi sürdürenler, toplumdaki değişimleri gözlemlemiş, kapsamlı bir araştırma ve inceleme yapmış olsalar, gerçek yaşamda olup bitenleri görecekler ve umarım ki bu tür yanlış görüşlere bağlı kalmaktan kurtulacaklardır. Bugün artık bazı kavramları bir yana bırakmak, ölenin "bakım gücü" ve kalanların "bakım ihtiyacı" gibi tanımlamalarla yetinmemek gerekmektedir. Kanaatimce bir hukuksal sorun kendi içine saplanıp kalmamalı, başka hukuk dallarından ve sosyal bilimlerin tümünden yararlanılarak çözümlenmeye çalışılmalıdır. Bu açılardan bakarak konuyu bir soru çerçevesinde ele alıyorum: Destekten yoksun kalma tazminatında yoksun kalınan nedir? Aşağıda bunu yanıtlamaya çalışacağım. Ancak, en son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim ki, bana göre, yoksun kalınan ölenin, malvarlığı değil, bedensel ve düşünsel destekliğidir.

II- ÖLENİN YAKINLARININ MADDİ TAZMİNAT İSTEKLERİ:
1- Ölüm nedeniyle tazminat isteklerinin hukuksal niteliği:
            Haksız eylem sonucu yaralanan kişinin kendisi zarar görür ise de, ölen kişinin varlığı ortadan kalktığından, ölümle kendisinin zarar gördüğü söylenemez. Zarar gören, ölenin yakınlarıdır. Ölenin yakınlarının zararı ne tür bir zarardır? Bugünkü hukuk düzenine egemen olan görüşlere ve yasal düzenlemeye göre zararın tek bir tanımı vardır. Bu tanıma göre: "Zarar, bir kimsenin malvarlığında istenci dışında meydana gelen azalmadır. Malvarlığının, zarar verici eylem olmasa idi bulunacağı durumla eylem sonucu aldığı durum arasındaki farktır. Zarar, malvarlığının aktifinin azalmasından, yoksun kalınan kazançtan veya pasifinin artmasından ileri gelebilir"
            Görüldüğü gibi "zarar"dan anlaşılan eksilen beden veya yitirilen can değildir; canların ve bedenlerin ekonomik verimliliklerinin ortadan kalkması veya azalmasıdır. Kazanç sağlama olanaklarının tükenmesi veya eksilmesidir. Bu anlayış çerçevesinde ölenin yakınlarının isteyebilecekleri tazminat, yiten canın bedeli değil, ölen kişinin "parasal" desteğinin ortadan kalkması yüzünden uğranılan maddi zararların karşılığıdır. Şu kadar ki, eğer ölenin sağlığında "parasal" gücü yoksa, bir işi ve kazancı bulunmuyorsa, yakınlar için maddi tazminat söz konusu olamayacaktır. Bunun gibi, yakınların ölenin destekliğine gereksinimleri yoksa, gene tazminat isteyemeyeceklerdir. Bu anlayıştakilere göre, destek tazminatı diye adlandırılan bu tazminat türünün iki koşulundan birincisi "ölenin bakım gücü" olması, ikincisi yakınların "bakım ihtiyacının" bulunmasıdır. Ödenecek tazminatın konusu "malvarlığındaki eksilmenin ve yaşam düzeyindeki parasal düşüşün ortaya çıkardığı maddi zararın" giderilmesidir. Yiten ve yitirilen "can" önemli değildir.
2- Yasal dayanak:
            818 Sayılı Borçlar Yasası 45/2. maddesine göre: "Ölüm sonucu başka kimseler ölenin yardımından yoksun kalmışlarsa, onların bu zararlarını ödemek gerekir. "Madde metninde geçen "yardım" sözcüğünün bir çeviri hatası olduğu, İsviçre Borçlar Kanunu`nunda "destek" kavramının yer aldığı, buna göre maddenin "Ölüm yüzünden başka kimseler desteklerini yitirmişlerse bu zarar için de tazminat vermek gerekir" biçiminde düzeltilmesi gerektiği bilim çevrelerince saptanmış ve açıklanmış; böylece ölüm nedeniyle tazminat isteklerinin adı "destekten yoksunluk tazminatı" olmuştur. 6098 sayılı yasa ile bu hatadan dönülmüş ve maddeye yardım kelimesi yerine destek kelimesi eklenmiştir.
            Yargıtay kararlarında "destekten yoksun kalma tazminatı" şöyle tanımlanmıştır:
"Ölüm nedeniyle B.K.45. maddesine dayanan destekten yoksun kalma tazminatı, yoksun kalanlarla ölenin yaşayabileceği olası süre içinde, ölenin çalışıp kazanabileceği süredeki kazanç tutarından davacılara ayırıp ilerde yapabileceği yardım tutarının peşin ve toptan ödenmesidir." (4. HD. 30.05.1965, 11420-488).
            "BK45. maddesiyle hedef tutulan amaç, davacıların ölümle sonuçlanan olaydan önceki yaşayışlarının sosyal ve ekonomik seviyesini korumak için onlara yapılacak yardım miktarını tazminat olarak hükmetmektir" (4. HD. 16.11.1963, 8337-10030).
            "Destekten yoksun kalma tazminatının amacı, desteğinin yitiren kimsenin bakım ihtiyaçlarının karşılanmasıdır" (15. HD.19.11.1974, 1144-1905).
            "Destekten yoksun kalma tazminatı, desteğini yitiren kimse ile desteğin, yani ölenin, yaşamaları olası süre içerisinde, ölen desteğin çalışarak sağlayabileceği gelir ve kazancından ayırarak, yapabileceği yardım tutarının peşin ve toptan ödetilmesidir. Desteğinin yitiren kimsenin, ölümle sonuçlanan olaydan önceki sosyal ve ekonomik düzeyinin devamını sağlayacak bir paranın ödettirilmesidir" (HGK. 25.05.1984, E. 1982/9-301 K. 619). 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu ile bu hatadan dönülmüş ve maddede yardım kelimesi yerine destek kelimesi yer almıştır         Bu tanımlamalara göre şu üç konuya yanıt bulmak gerekmektedir:
            1) Ölenin, başkalarına destek olması ne demektir?
            2) Kimler desteğini yitirmiş sayılacaktır?
            3) Tazminata konu olan zarar ne tür bir zarardır?
3- Destek kavramı:
            Destek, yakınlarına veya yakın ilişkide bulunduğu başka kimselere sürekli ve düzenli bir biçimde yardım eden, eğer ölmeseydi ilerde yardım etmesi beklenen veya büyük bir olasılıkla yardım edecek olan kişidir. Bir Yargıtay kararında denildiği gibi: "Destek sayılabilmek için bakımın eylemli olması ve ölümden sonra da düzenli biçimde devam edeceğinin anlaşılması yeterlidir. Ancak, ölüm gününe kadar desteklik etmemiş olmakla birlikte, ilerde bakım gücüne kavuşarak, eylemli ve düzenli olarak yardım etmesi beklenen kimse de destek sayılır"
Bakım ilişkisinin varlığı için iki koşul aranmaktadır: a) Düzenlilik, b) Süreklilik.
Bir başkasına bakmak, onun normal yaşama gereksinmelerini sürekli ve az çok düzenli bir biçimde gidermek için yardımda bulunmaktır. Yardım çeşitli biçimlerde olabilir:
            a) Para vererek;
            b) Yiyecek, elbise, mesken sağlayarak;
            c) Eğitim masraflarını karşılayarak;
            d) Hizmet ederek.
            Ancak, destek sayılabilmek için ölenin mutlaka ölüm zamanında bir kimseye bakmakta bulunmasına gerek yoktur; ilerde kurulacak olan bakma ilişkisi de 6098 sayılı B.K. m. 53’ün uygulanması için yeterlidir. Başka bir deyişle, ölüm olmasaydı ilerde kurulacak ilişkinin bir bakma ilişkisi olacağı kesin ise, destekten yoksunluk tazminatı istenebilir.
            Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, iki tür desteklik söz konusudur:
            1) Gerçek destek,
            2) Varsayımsal destek.
            Gerçek destek, öldüğü güne kadar başkasına sürekli ve düzenli bir biçimde bakan ve çeşitli yardımlarda bulunan kişidir. Hizmet ederek destek olmanın dışında, eğer ölenin o güne kadar bir işi, kazancı, geliri ve malvarlığı olmamışsa, parasal olanakları yoksa, (öğretide benimsenen deyimle, bakım gücü bulunmuyorsa) destek olduğu savı kabul edilmemektedir. Örneğin, ileri yaştaki ve emeklilik çağındaki kimseler, eğer ayrıca kazançları ve malvarlıkları yoksa, maddi destek sayılmamaktadırlar. Ben, uygulamada destek kavramının dar ve sınırlı yorumunu yanlış buluyor ve diyorum ki: Kişiler hangi yaşta olurlarsa olsunlar, bir kazançları ve malvarlıkları bulunmasa da beden güçleriyle birbirlerine hizmet ederek destek olurlar; hizmet etmek (örneğin ev kadınlarının ev hizmetleri) maddi destek sayıldığına göre, çocuk-yaşlı, kadın-erkek ayrımı yapılmaksızın en azından asgari ücretler düzeyinde destek tazminatı hesaplanmalıdır.
            Varsayımsal destek, ölüm olmasaydı, yaşamın ve olayların olağan akışı içerisinde ileride kurulacak bakma ilişkisi uyarınca destek olması beklenen kimsedir. Çocukların ana ve babalarına destekliği buna örnektir. Nişanlıların da gelecekte birbirlerine destek olacakları genel kabul görmekte, ancak bu konuda sakıngan davranılmaktadır. Kanaatimce, evlenme hazırlığı içinde oldukları kanıtlanabilen nişanlılar veya sözlüler birbirlerinin varsayımsal desteği sayılmalıdırlar. Bunlardan başka, zorunlu hizmet karşılığı eğitim bursu veren kamu kurumu veya özel şirket ya da iş adamı, ilerde hizmet vererek borcunu ödeyecek olan (burs verdiği) öğrencisini yitirdiğinde varsayımsal desteğinden yoksun kalmış kabul olunmalıdır.
4- Ölenin bakım ve destek sağlama gücü:
            Bu konuda parasal güç ve malvarlığı eksilmesi anlayışıyla sınırlı dar yorumlara karşı olduğumu yukarda "insanın değeri" kavramına ağırlık vererek değişik biçimlerde anlatmaya çalıştım. Bir kez daha belirtmeliyim ki, insanlar, çok ayrık durumlar dışında, her yaşta üretkendirler. Kişi, gene hangi yaşta olursa olsun, kendisinden başka, birlikte yaşadığı kişilere "maddi" destektir. Yaşlı bir kişi, çalışıp kazanç elde etmiyor olsa bile, bedensel varlığıyla eşine, çocuklarına, torunlarına günlük yaşam içerisinde her an, her zaman "maddi" destek olabilir. Bunun gibi, küçük bir çocuk ev işlerinde annesine ve babasına yardım ederek, çarşı pazar alışverişine giderek, kendinden küçük kardeşine bakarak, kırsal kesimden ise tarlada çalışarak, hayvanları otlatarak "maddi destek" sağlayabilir. İnsanlar, yaşları, meslekleri, toplum içindeki yerleri, yaşam biçimleri ne olursa olsun bedensel ve düşünsel etkinlikleriyle yaşadıkları sürece kendilerine, yakınlarına, dostlarına ve en beklenmedik yerde ve zamanda dara düşenlere, zorda kalanlara, tehlike içinde bulunanlara ve hatta ülkelerine yarar ve destek sağlayabilirler. Haksız eylem sonucu yok edilen bir insanın "can" ını böyle değerlendirmek gerekir.
            Bu anlayış çerçevesinde ölenin "bakım gücü"nü "parasal" olanakla sınırlı tutmanın doğru olmadığı inancındayım. Asıl güç "bedensel ve düşünsel" güçtür. Bu gücün başkalarına sağladığı yardımdır, destektir. Bu nedenle, ölenin parasal gücü ve malvarlığı olmasa bile, bedensel varlığından yoksun kalınması başlı başına bir "destekten yoksunluk" olarak değerlendirilmelidir. Öte yandan, destekten yoksun kalanların, aynı zamanda mirasçı olmaları nedeniyle, parasal kaynakları kesilmemiş olsa bile, ölenin beden ve beyin gücüyle o malvarlığına katkılarından yoksun kalınması da başlı başına bir "destek tazminatı" istenmesini haklı kılmalıdır.
            Bakım gücünü, ölenin malvarlığından ve parasal olanaklarından bağımsız sayan görüşlerin Yargıtay kararlarında da sıkça yer aldığını gözlemlenmektedir. Bu konuda önemli sayılan şu ayrıntıları belirtmekte yarar görüyorum:
a) Ölenin parasal gücü:
            Başkalarına maddi destek sağlayabilmenin koşulları arasında, kuşkusuz, en başta gelen paralı ve varlıklı biri olmaktır. Öğretide ve Yargıtay kararlarında desteğin "bakım gücü"nden söz edilirken anlaşılması gereken, ayrık durumlar dışında, genellikle "parasal güç"tür. Bu bağlamda destek tanımı da "ölenin gelir ve kazancından pay ayırarak yakınlarına yardım etmesi" biçiminde olup, ölümle bu yardımın ortadan kalkması, destekten yoksun kalanların "malvarlıklarında" eksilme olarak nitelenmekte; bu eksilmenin giderilmesi için hak sahiplerinin ölümden önceki "sosyal ve ekonomik düzeylerinin" korunmasını sağlayacak miktarda bir tazminatın ödetilmesi gerekeceği sonucuna varılmaktadır. Burada, destekten yoksun kalanların "sosyal ve ekonomik düzeylerini" koruyacak olan tazminat miktarı, ölenin yakınlarına yaptığı ve ilerde yapacağı yardımın süresi ve miktarı kadar olacaktır. Bir Yargıtay kararında tanımlandığı gibi: "Destekten yoksun kalma tazminatı, desteğini yitiren kimse ile ölenin yaşayabilecekleri olası süre içinde, ölenin gelir ve kazancından pay ayırarak yapabileceği yardım tutarının toptan ve peşin ödetilmesi olup, desteğini yitiren kimsenin, ölümle sonuçlanan olaydan önceki sosyal ve ekonomik düzeyinin devamını sağlayacak kadar bir tazminata hükmedilmelidir"
            Parasal güce dayanan destek tazminatı miktarı, ölen desteğin çok zengin biri olması durumunda çok yüksek olacak; yoksul ve asgari ücretli birinin yakınları ise daha az tazminat alacaklardır.
            Bu arada şunu önemle belirtmek gerekir ki, tazminat hesabına konu olan parasal güç, ölenin beden ve beyin gücüyle sağlığında elde etmekte olduğu ve ilerde elde etmesi olası kazançlardır; bunun dışında, destekten yoksun kalanların aynı zamanda mirasçı olmaları durumunda, ölenden kalan taşınmazlar ve bunların gelirleri, bankalardaki paralar, değerli kağıtlar, yaşam sigortaları, şirket kâr payları, sosyal güvenlik kurumlarının ölüm dalından bağladığı aylıklar ve ölenden mirasçılara kalan çeşitli gelirler tazminat hesabına katılmayacağı gibi, bunlar (sanıldığının aksine) hesaplanacak tazminat tutarlarından da indirilmeyecektir. Çünkü bunların hemen tamamı çalışmadan (beyin ve beden gücü harcamadan) kişinin malvarlığına eklendiğinden, haksız eylem ve ölüm sonrasında da kesilmeyip mirasçılara geçeceği gibi, haksız eylem ile ölenin mirası arasında nedensellik bağı bulunmadığından, miras gelirlerinin tazminat hesabında gözetilmesi ve zarar tutarından indirilmesi düşüncesi son derece yanlış ve haksız bir uygulama olacaktır. Görüldüğü gibi, çalışmadan ve emek harcamadan elde edilebilme özellikleri nedeniyle "gelir"lerin haksız eylemden kaynaklanan "maddi zarar"ın oluşmasına hemen hiç katkıları bulunmamakta; bu yüzden (kural olarak ve genellikle) "kazanç" öğesine katılmayıp, maddi tazminat hesaplamalarında dikkate alınmamaları gerekmektedir. Yukarda da belirttiğim gibi, ölüm nedeniyle destekten yoksunluk tazminatının ölçüsü, ölenin beden ve beyin gücüyle "çalışarak" elde ettiği kazançlardır. Çünkü ölümle, desteğin "bedensel varlığından" yoksun kalınmaktadır.
b) Ölenin yoksulluğa düşmüş veya iflas etmiş olması, terekenin borca batık bulunması, destek tazminatı istenmesine engel değildir:
            Tereke borca batıksa, ölenin bakım gücünü yitirmiş olması nedeniyle destekten yoksunluk tazminatı istenemeyeceği görüşüne katılmıyorum. Burada varsayıma yer vermek gerekir. Ölen kişinin belki ilerde iflastan kurtulup, yeniden çalışmaya ve kazanç elde etmeye başlama olasılığı hesaba katılmalıdır. Bu gerçekleşmese bile, yakınlar (eşi, çocukları) onun beden gücünden yoksun kalmışlardır. Bir kimsenin hiç çalışmadan yaşamını sürdürmesi düşünülemeyeceğinden, eskisi gibi olmasa da, mutlaka bir iş bulup çalışacağı, bir yerlerden para kazanacağı ve herhangi bir biçimde yakınlarına maddi destek sağlayacağı (ailesini geçindireceği) kabul olunmalı; asgari ücretten de olsa bir destek tazminatı hesaplanmalı; böylece haksız eylem sorumlularının tazminat ödemekten kurtulmaları gibi adaletsiz bir durum yaratılmamalıdır.
            Yargıtay da terekenin borca batık olması nedeniyle mirasın reddedilmiş olmasının, destekten yoksun kalma tazminatı istenmesine engel olmadığını kabul etmiş ve bir kararında: "Davacılar ölenin eşi ve çocuklarıdır. Davacıların, terekenin borca batık olması nedeniyle ölenin mirasını reddetmiş olmaları, bu davanın (destekten yoksun kalma tazminatı isteğinin) incelenip hasıl olacak sonuca göre karar verilmesine engel yasal bir neden değildir" açıklaması yapılmıştır (4. HD. 21.05.1992, 3944-6778 (YKD. 1992/9-1351).
c) Ölenin bedensel ve düşünsel gücü:
            Bilindiği gibi, destekten yoksunluk, mirasçılık sıfatından ayrı ve bağımsız bir hak olup, eğer destekten yoksun kalanlar aynı zamanda mirasçı iseler, ölenden kalan malvarlıkları ve miras gelirlerinin destek zararlarını karşılayacağı ve bu nedenle maddi tazminat isteyemeyecekleri biçimindeki görüşlerin yanlışlığı bugün kabul edilmiş; haksızlığa ve haksız eylem sorumlularının tazminat ödemekten kurtulmalarına yol açan bu yanlış ve zararlı anlayış artık terk edilmiştir. Her malvarlığının mutlaka bir yöneteni vardır. Malvarlığının sahibi aklını ve bedenini kullanarak onu yönetir, artırır, eksiltir; ticaret veya sanayi işletmesi ya da çiftlik kendiliğinden gelir getirmez; bilgi, deneyim birikimi ile girişim becerileri o malvarlıklarının kazanılmasını ve elde tutulmasını sağlamıştır. Ölümle malvarlıklarının ve işletmelerin yönetim gücünden yoksun kalınmıştır. Bu nedenle tazminat hesabının ölçüsü, ölen kişinin "beden ve beyin gücünden yoksun kalınması" olacaktır. Yargıtay`ın son kararları bu yöndedir
d) Ölenin çalışma gücünden yoksunluk:
            Haksız eylemle yok edilen ölenin malvarlığı ve sabit gelirleri değil, onun "insan" olarak varlığı ve çalışma gücü olduğundan, bu gücün sağlığında çalışarak elde ettiği veya eğer yaşasaydı ilerde işinde ve mesleğinde ilerleme derecesine göre elde edebileceği kazançlar araştırılacak ve destekten yoksunluk hesapları bu kazançlara göre değerlendirilecektir. Haksız eylemin neden olduğu zararlar ile ölenin mirası ve gelirleri arasında "nedensellik bağı" bulunmadığından, bunlar tazminat hesabında gözetilmeyecek; yalnızca ölenin beyin ve beden gücüyle "çalışarak" sağladığı ya da ilerde sağlayabileceği kazançlar üzerinden destek tazminatı hesaplanacaktır.
            Eğer ölenden ticarethane, şirket, fabrika, atölye, çiftlik, taşınmaz gelirleri gibi yönetilmeyi ve sürekli izlenmeyi gerektiren iş ve işyerleri kalmışsa, bunlar hak sahiplerini zenginleştirmiş olsa bile, bunlar miras ve miras geliri olarak tazminat hesabına katılmayacak; tazminatın kazanç unsuru, ölenin çalışma gücünden yoksunluğun derecesine göre belirlenecektir. Ölenin yaptığı işleri, ölüm sonrasında bir başkası üstlenmişse, bu kişi yakınlardan biri olup da kendisine bir ücret ödenmese dahi, ödenmesi gereken ücret ilgili meslek kuruluşlarından veya ticaret odasından sorularak tazminat hesabı buna göre yapılacaktır.
Ölen kişi, olay öncesinde çalışıp kazanç elde eden biri olmasa dahi, eğer ölmeseydi, genç ise her an durumuna uygun bir iş bulup çalışabileceği olasılığına göre; yaşlı ve emeklilik çağında bir kimse ise, bilgi birikimleri ve deneyimleri ile yakınlarına her an yardım ederek maddi destek olacağı görüşüyle; okul çağında bir çocuk ise ilerde çalışma yaşamına atıldığında yakınlarına maddi destek sağlayacağı varsayımıyla elde edebileceği kazançlar araştırılacak ve hak sahiplerinin destek zararları buna göre hesaplanacaktır.
e) Hizmet ederek destek sağlama gücü:
            Yargıtay kararlarında benimsendiği üzere, yalnız para vererek değil, hizmet ederek de destek olunabileceğinden, ölen desteğin düzenli hizmetlerinin de parasal değerlendirmesi yapılmalı, bunun için hesaplamaya esas bir kazanç birimi belirlenmelidir. Bu konuda Yargıtay kararlarında şu görüşlere yer verilmiştir:
Desteğin yardımının yalnız parasal nitelikte olmasında zorunluluk yoktur. Çünkü ölenin "hizmet edebilme" güç ve yeteneği de para ile ifadesi mümkün olan bir mali imkan teşkil eder (4. HD. 20.03.1986, 1585-2553, YKD. 1986/7-959).
            Desteğin yardımının yalnızca parasal nitelikte bulunması zorunlu değildir. Eylemli ve düzenli olarak yapılan hizmet edimleri de bir kimsenin destek sayılması için yeterlidir. Davacı, ölen annesinin çocuklarına baktığını, ev işlerini gördüğünü ileri sürerek destekten yoksunluk tazminatı ödetilmesini istemiştir. Gerçekten, hizmet edimlerinden yoksun kalma durumunda da, bunun karşılığı olarak maddi tazminatın ödetilmesi, 6098 sayılı B.K. m. 53. maddesine uygun düşer. Öyle ki, desteğin yardımının yalnızca parasal nitelikte bulunmasında zorunluluk yoktur. Eylemli ve düzenli olarak yapılan hizmet edimleri de bir kimsenin destek sayılması için yeterlidir (15. HD. 26.12.1975, 4177-5185, YKD. 1976/7-2029).
            Yalnızca maddi yardım değil, aynı zamanda hizmet etmek suretiyle de destek olunabilir. Davacıların öldürülen çocuğunun ev ve tarla işlerinde çalışarak düzenli ve devamlı bir şekilde davacılara yardım ettiği tanık beyanlarıyla sabit olmuştur. Yardımların, mutlaka para veya eşya vererek değil, hizmet etmek suretiyle gerçekleşebileceği gözetilmelidir. (4. HD. 02.12.1988, 6744-10354, Yasa HD. 1989/1-79, no: 33).
            Ölenin, davacının çocuğuna bakması yoluyla yaptığı hizmet edimleri destek sayılmasını gerektirir. (15. HD. 02.07.1975, 2313-3366, YKD. 1976/9-1346).
Küçük çocuğuna, kaza sonucunda ölen annesinin baktığını ve ölüm sebebiyle destek kaybına uğradığını ileri süren evladın tazminat talebi kabul edilmelidir (4. HD. 18.04.2000, 1691-3562, İBD. 2001/2-580).
            Ev hizmetlerini yapan kadının ölümü halinde, koca bu hizmetlerden yoksun kaldığından, tazminat isteme hakkı vardır (4. HD. 03.10.1966, 4939-8581)
Hiçbir işte çalışmasa bile ev kadını aileye destek sağlar. Ölen kişi herhangi bir geliri ve kazancı bulunmaması nedeniyle aile bütçesine katkısı olmayan bir ev kadınıdır. Ne var ki hiçbir işte çalışmasa dahi ev kadını aileye destek sağladığı, aile içi işlevinin bulaşık ve çamaşır yıkamaktan ibaret bulunmadığında kuşku yoktur. O halde kadının ölümü ile ailenin yoksun kaldığı destek çamaşır ve ütü gibi yalın ev işlerinin parasal karşılığından ibaret sayılmamalı, işlevin tümü değerlendirmeye tabi tutulmalıdır (4. HD. 22.09.1987,5458-6726)
Ölen kadının kendi ev hizmetlerini yaparak sağlayacağı desteğin belirlenmesi ve uzman bilirkişiden rapor alınarak sonucuna göre uygun bir karar verilmesi gerekir (19. HD. 31.05.1995, 9854-4744)
            Yalnız ev işlerini gören kadın da kocasının desteği sayılır. Yardımdan yararlanan kimsenin tazminata hak kazanabilmesi için desteğin ölümünden dolayı yoksulluğa düşmesi gerekli değildir. Durumuna uygun yaşama tarzında para ile belirlenebilen bir zarara uğraması yeterlidir. Bir kocanın karısının ölümü sebebiyle BK`nun 45. maddesinin 3. bendine dayanılarak tazminat istemesi halinde, sözü geçen şartın gerçekleşip gerçekleşmediğinin tayini için, ölüm nedeniyle bulunduğu durumla, karısı zamansız ölmese idi bulunacağı durumun karşılaştırılması gerekir (4. HD. 13.04.1976, 3029-3914)
            Desteğin ev kadını olması destekten yoksun kalanların aleyhine bir durum yaratmaz. Destek ev hizmetleriyle de diğer aile bireylerinin yaşamını kolaylaştıracağından ve onlara katkı yapacağından bundan yoksun kalan hak sahiplerinin tazminat isteme hakları vardır (4. HD. 14.05.1998, 323-3373, Yasa, HD., 1996/1-61, no: 23).
            Davacıların ölen desteği ev kadını olup, ayrı bir gelirinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda davacıların yoksun kaldıkları destek tazminatı hesaplanırken aylık net asgari ücret esas alınmalıdır (4. HD. 26.06.2001, 4162-6826)
            Davacının emekli öğretmen ve emekli eşi olması, desteğin ise hiçbir işte çalışmayıp dul maaşı ile geçimini sağlayan bir kimse bulunması nedeniyle, davacının desteğe ihtiyacı olmadığı gerekçesiyle destekten yoksun kalma tazminatı istemi reddedilmiş, karar taraflarca temyiz edilmiştir. Desteğin yaşı itibariyle, bir ev kadını olarak elde edebileceği geliri belirlenmeli, bunun mümkün olmaması halinde, desteğin asgari ücret düzeyinde geliri olabileceği benimsenerek, bu miktar üzerinden destekten yoksun kalma tazminatı hesaplanmalı, varılacak sonuca göre bir karar verilmelidir (4. HD. 06.04.2000, 1095-3151)
5- Destekten yoksunluk:
            Destekten yoksun kalma tazminatı isteyebilmenin koşulları ve buna ilişkin Yargıtay kararlarından seçtiğim örnekler şöyledir:
            a) Ölenin, düzenli ve sürekli (parasal veya bedensel) yardımından yoksun kalanlar destek tazminatı isteyebilirler:
            Destekten yoksun kalma tazminatına hükmolunması için davacının bu ölüm olayı ile ölenin düzenli ve sürekli yardımından yoksun kalmış bulunması gerekir (10. HD. 01.06.1976, 75/10082-76/4265, YKD. 1976/8-1169).
            Destekten yoksun kalma davalarında, ödence alacaklısı, ölenin eylemli olarak ve düzenli bir biçimde sağlığında geçimini kısmen veya tamamen sağladığı kimsedir. Bu tür davalarda, olayların olağan akışına göre, eğer ölüm olayı olmasaydı az çok yakın bir gelecekte de bu yardımın sağlanması durumu söz konusu olmalıdır (10. HD. 24.03.1975, 1017-1657, YKD. 1976/9-1315).
            Davalının haksız eylemi sonucu ölenin, davacıların eylemli desteği olduğu sabit olduğuna göre, davacıların destekten yoksun kalma tazminatı isteme hakları vardır (4. HD. 16.09.1980, 7095-9564, Yasa HD. 1980/10-1442, no: 546).
            Destekten yoksun kalındığının kabul edilebilmesi için, ölüm gerçekleşmemiş olsa idi herhangi bir karşılık beklemeksizin eşya, hizmet, para yoluyla yardım ve bakımın devam edeceğinin güçlü olasılık içinde ve yardımın sürekli ve düzenli olması gerekir" (19. HD. 09.12.1993, 1310-8420, YKD. 1994/11-1816).
            Destekten yoksun kalma ödencesinin koşullarından biri, ölenin destek olduğunun veya olabileceğinin gerçekleşmesidir (4. HD. 30.01.1986, 85/9525-86/710, YKD. 1986/9-1283).
            Destekten yoksun kalma tazminatı, ölümün sonucu olarak ölen kişinin yardım ve desteğinden yoksun kalan kimselerin muhtaç duruma düşmelerini önlemek için sosyal karakterde ve kendine özgü bir tazminat çeşididir (11. HD. 27.04.1982, 1762-1988, YKD. 1982/7-954).
            Destek sayılabilmek için bakımın eylemli olması ve ölümden sonra da düzenli biçimde devam edeceğinin anlaşılması yeterlidir (HGK. 21.04.1982, 1979/4-1528 E. - 1982/412 K., YKD. 1982/8-1076).
            b) İleride bakım gücüne kavuşacağı ve yakınlarına yardım edeceği kesin olan kişinin ölümüyle, onun varlığından yoksun kalanlar da destek tazminatı isteyebilirler:
            Varsayımlı destek, ölüm olmasaydı, yaşamın ve olayların normal akışı içinde ileride kurulacak bakma ilişkisi uyarınca bakması beklenir kimsedir. Varsayımlı desteğin ölümü durumunda, destek süresinin başlangıcı, desteğin bakım gücüne kavuşacağı beklenen (olası) güne göre belirlenir. Ölen çocuk ise, ana ve babanın, yapmakla zorunlu oldukları yetiştirme ve bakım giderlerinin zarar tutarından indirilmesi gerekir (15. HD. 29.12.1975, 4543-5216, YKD.1976/5-721).
Ölüm gününe kadar desteklik etmemiş olmakla birlikte, ilerde bakım gücüne kavuşarak eylemli ve düzenli destek sağlaması beklenen kimse de destek kabul edilir (HGK. 21.04.1982, 79/4-1528 E. 82/412 K. (YKD. 1982/8-1076).
Ölen çocuğun, gelecekte ana-babasına bakacağı, yaşamın ve olayların normal akışı içinde beklenebiliyorsa, çocuk onlar için destektir (4. HD. 20.03.1986, 1585-2553, YKD. 1986/7-958).
            Anne ve babanın çocukları kaç tane olursa olsun, maddi durumları ne derecede bulunursa bulunsun ve hatta mahkemenin kabulü gibi gelecekleri kurumlarca güvence altına alınmış olsa dahi, bir gün yoksulluğa düşüp düşmeyeceklerini ve çocuklarının maddi yardımına muhtaç olup olmayacaklarını önceden kestirmek ve bu konuda kesin yargıya varmak mümkün değildir. Davacı annenin ev kadını olması ve davacı babanın da, herhangi bir sebepten dolayı emeklilikten önce işinden ayrılma zorunda kalabileceği göz önünde tutulursa, ilerde çocuklarının maddi desteğine muhtaç olabileceklerinin kabulü hayatın olağan akışına uygun düşer. (HGK. 17.10.1973, 1971/4-899 E. 798 K.)
            c) Destekten yoksunluk, mirasçılık sıfatından ayrı ve bağımsız bir haktır:
Destek kavramı hukuksal bir ilişkiyi değil, eylemli bir durumu hedef tutar. Bu nedenledir ki akrabalık, mirasçılık, kanuni veya akdi bir bakma yükümlülüğü asla aranmaz (4. HD. 16.09.1980, 7095-9564, Yasa HD.1980/10-1442, no: 546).
Yoksun kalınan yardımın sağlanması amacını taşıyan bu tazminatta, mirasçı olmak ve ölen yönünden nafaka yükümlüsü bulunmak gerekli değildir. Bugün yapılmasa dahi ilerde yapılacağı kesin ise tazminata hükmetmek gerekir (11. HD. 30.01.1975, 74/4701-75/575, YKD. 1975/6-96).
            Destekten yoksunluk tazminatı, nitelikçe, üçüncü kişilere desteğin gelir ve yardımından yoksun kalmaları nedeniyle tanınmış bağımsız bir hak olup, mirasçılık sıfatı ve miras hukuku ile bir ilgisi yoktur. Çünkü bu hak mirasçılık sıfatından değil, eylemli olarak destek olanın ölümü nedeniyle, onun gelir ve yardımından yoksun kalma ya da farazi destek olma olgusundan kaynaklanmaktadır. Görülüyor ki, B.K.  45. maddesinde sözü geçen destek kavramı, hukuksal bir ilişkiyi değil, eylemli bir durumu hedef tutar ve hısımlığa veya yasanın nafakaya ilişkin hükümlerine dayanmaz. Bir kimseye, sadece eylemli ve düzenli olarak, geçimini kısmen veya tamamen sağlayacak şekilde yardım eden ve olayların akışına göre, eğer ölüm olmasaydı, az çok yakın bir gelecekte de bu yardımı sağlayacak olan kimse destek sayılır. O halde, estek sayılabilmek için bakımın (yardımın) eylemli olması ve ölümden sonra da düzenli bir biçimde devam edeceğinin anlaşılması yeterlidir (HGK. 25.05.1984, E. 1982/9-301 - K. 1984/619, YKD. 1986/5-630).
            Destekten yoksun kalma tazminatı, doğrudan doğruya hayatta kalanların kişiliklerinde doğan bir haktır; bu hak onlara ölenden geçmiş değildir. Destekten yoksun kalma tazminatı ile ölenin mirası arasında da herhangi bir ilgi kurulamaz. (4. HD. 12.12.1957, 7163-7371)
            d) Mirasın reddedilmiş olması veya mirastan feragat edilmesi, destek tazminatı istenmesine engel değildir:
            Davacılar ölenin eşi ve çocuklarıdır. Terekenin borca batık olması nedeniyle ölenin mirasını reddetmiş olmaları, destekten yoksun kalma ve manevi tazminat davasının incelenip esas hakkında karar verilmesine engel değildir. Mahkemenin, davacıların mirası reddetmelerinden dolayı davayı reddetmesi yanlıştır (4. HD. 21.05.1992, 3944-6778) (YKD.1992/9-1351).
            Mirasın reddedilmesi, destekten yoksun kalma tazminatının istenmesine engel değildir. Borçlar Yasası 45. maddesi 2. fıkrasının açık hükmüne göre, ölüm sonucu diğer kimseler ölenin yardımından yoksun kaldıkları takdirde, kendilerine maddi tazminat verilmesi gerekir. Ölüm sonucu ölenin yardımını kaybedenlerin haklarını düzenleyen bu maddede yardımdan amaç, bir kimseye hatta yasaca zorunlu olmasa bile düzenli yardımda bulunmaktır. Mahkemece yukarda anılan madde hükmünden yalnız ölenin mirasçılarının yararlanabileceği anlayışından hareketle ve mirasın reddedilmiş bulunması nedenine dayanılarak maddi tazminata ilişkin isteğin reddedilmesi yasaya aykırıdır. (4. HD. 18.10.1973, 10302-8845)
            e) Ölüm nedeniyle hak sahiplerine sosyal güvenlik kurumlarınca gelir bağlanmış olması, destekten yoksun kalma tazminatı istenmesine engel değildir:
6098 sayılı B.K. m. 53. maddesi ile düzenlenen destekten yoksun kalma tazminatı, doğrudan doğruya zarar görenin tazminat isteyebileceğine ilişkin kuralın bir istisnasıdır. Bu hüküm ile olaydan dolaylı olarak zarar görene de tazminat isteme hakkı tanınmıştır. Ölümün sonucu olarak, ölenin yardımından yoksun kalan kimsenin muhtaç duruma düşmesini önlemek, yaşamının, desteğin ölümünden önceki düzeyinde tutulması amacına yönelik sosyal karakterde ve kendine özgü bir tazminat biçimidir. Tazminatın saptanmasında göz önünde bulundurulacak hususlardan biri de, destekten yoksun kalanın, desteğin ölümünden önce onun geniş yardımları sonucu sürdürdüğü aşırı masrafları gerektiren, savurgan bir yaşam şeklinin devam ettirilmesi değil, toplum içindeki sosyal durumuna uygun yaşantısını sürdürebilmesi için desteğinin olanakları içinde yapabileceği para ile değerlendirilebilir yardımın belirlenmesidir.
            Ölenin yardım ettiği ve bakıp gözettiği kişilerin bu ölüm nedeni ile malvarlıklarında çoğalma olabilir. Ölen T.C. Emekli Sandığı iştirakçilerinden ise hayatta kalan yakınlarına 5434 Sayılı Yasanın öngördüğü dul ve yetim maaşı bağlandığı gibi toptan ödeme de yapılmış olabilir. Bu dul ve yetim maaşları veya yapılan toptan ödeme, destekten yoksun kalma tazminatı gibi hayatta kalanın şahsına bağlıdır, ölenin terekesine dahil değildir; mirasın reddedilmiş olması, maaşların alınmasına engel olmaz. İşte bu ortak nitelikleri itibariyle destekten yoksun kalma tazminatı saptanırken dul ve yetim maaşlarının peşin sermaye değerlerinin veya toptan ödeme yapılmış ise ödenmiş bu paranın nazara alınıp alınmayacağı çözümlenmesi gereken sorundur.
Çoğunluğun benimsediği görüş, T.C. Emekli Sandığı Kanunu`nun 129. maddesinde bir hesaba sayılmanın öngörülmediği, aksine madde metninin açık olduğu ve zarar veren kişinin T.C. Emekli Sandığı`nın ödediği paranın, kendisinin ödemek zorunda kalacağı tazminattan indirilmesini isteyemeyeceği biçiminde belirlenmiştir. Gerçekten, haksız eylem sonucu ölen kişi, yaşamı süresince çalışmış ve maaşından düzenli olarak belirli bir miktar para kesilerek Sandığa yatırılmıştır. Zarar verenin bu paradan yararlanması söz konusu olamaz. O halde zarar veren, verdiği zararın tamamını açılan davada ödemelidir.
Sonuç: Ölenin bakmakta olduğu veya ilerde bakacağı sayılan kişilerin yoksun kaldıkları zararın, diğer deyişle destekten yoksun kalma tazminatının saptanmasında, T.C. Emekli Sandığınca bağlanan gelirlerin indirilmemesi gerekir. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme BGK. 06.03.1978 gün 1/3 sayılı kararı.)
Destekten yoksun kalma tazminatı, ölümün sonucu olarak ölen kişinin yardım ve desteğinden yoksun kalan kimselerin muhtaç duruma düşmelerini önlemek için sosyal karakterde ve kendine özgü bir tazminat türüdür. Sosyal Sigortalar Kurumu`nun ölenin eş ve çocuklarına bağladığı dul ve yetim maaşlarının peşin sermaye değerinin destekten yoksun kalma tazminatından indirilmeyeceği Yargıtay`ın kökleşmiş içtihatları gereğidir (11. HD. 27.04.1982, 1762-1988, YKD. 1982/7-954).
            Sosyal Sigortalar Kurumu emeklisi iken trafik kazasında yaşamını yitiren kişinin eşine, ölüm sigortası kolundan bağlanan dul aylığı, destekten yoksun kalma tazminatından indirilmez. Çünkü her iki olgu arasında yasal bağlantı bulunmadığı gibi nedensellik bağı da yoktur (4. HD. 23.05.1989, 1308-4696, Yasa H.D.1989/9-1232, no: 522).
            f) Ölenin yakınlarının varlıklı kimseler olmaları, destekten yoksun kalma tazminatı istemelerine engel değildir:
            Davacıların maddi durumlarının ve gelirlerinin pek fazla ve yeterli derecede bulunması ve ölenin gelir ve yardımına muhtaç olmamaları, destekten yoksun kalma tazminatı istemelerine engel değildir. Nitekim destekten yoksun kalma, yalnız parasal yardım olarak düşünülemez. Evladın evde ailesine yardımcı olması, her türlü hastalık ve sıkıntılarında yardıma koşması maddi desteğin kapsamında kabul edilmelidir. (19. HD. 06.10.1992, 2629-4737, YKD. 1993/2-249)
Ana ve babanın ihtiyaçları olmasa dahi, evladın onlara yardım etmesi, yaşamın alışılmış gereklerine göre doğal ve ahlaki bir ödevdir. Bu yardımın mutlaka geçimlerini sağlamaya yönelik olması da gerekmez. Yoksun kalınan yardım miktarının belirlenmesinde, davacıların yalnız içinde bulundukları hayat standardına göre değil, yardım yapacak olanın kazancının artması ve ödeme olanağının fazlalaşması unsurları da dikkate alınmalıdır (11. HD. 18.05.1974, 1820-1686, YKD. 1975/12-53).
            Destekten yoksun kalma tazminatına hükmedebilmek için, davacının yardıma muhtaç durumda olması şart değildir. Bir başka deyişle, zengin bir kimseye, örneğin, oğlunun belli zamanlarda verdiği veya ilerde vermesi olası yardımlardan, hatta olağan hediyelerden yoksun kalması dahi bir zarar oluşturur. Geçim sıkıntısı olmayan bir kimsenin, bir yakınını kaybetmesinden dolayı destekten yoksun kalma tazminatı isteyemeyeceğinin kabulü, Borçlar Kanunu`nun 45`inci maddesi 2`nci fıkrası hükmünün amacına aykırı düşer. (11. HD. 06.12.1974, 3301-3477, YKD.1976/3-346)
III- DESTEKTEN YOKSUN KALMA TAZMİNATINDA "YOKSUN KALINAN" NEDİR?
            Yukarıdan beri yapılan açıklamalarla ve Yargıtay kararlarından örneklerle, kimlerin "destek" sayılacağını ve kimlerin hangi koşullarda "destekten yoksun kalma tazminatı" isteyebileceklerini belirtmeye çalışıldı. Şimdi, konuya daha bir açıklık getirmek ve bir ayıklama yapmak isteğiyle bir soru ortaya koyuyor ve diyorum ki: Yoksun kalınan nedir? Aşağıda bu soruyu yanıtlamaya çalışacağım.
            Bilim çevrelerinde ve Yargıtay kararlarında "yoksun kalınan" konusunda bugüne kadar ortaya konulan görüşleri bir araya getirdiğimizde, bazılarının yaşam gerçekleriyle bağdaşmadığını, çağın gerisinde kaldığını; öğreti ile uygulama arasında kopuklukların süregeldiğini ve malvarlığı eksilmesi anlayışına aşırı bağlılık nedeniyle "insanın değeri"nin göz ardı edildiğini gözlemlenmiştir. Şunu mutluluk duyarak belirtelim ki, bugün Yargıtay kararlarıyla gelinen nokta olumlu ve umut vericidir. Bunun ayrıntılarını ve karar örneklerini aşağıda açıklanacaktır.
1- Yoksun kalınan, ölenin malvarlığı değil, bedensel ve düşünsel destekliğidir.
            En sonra söylenmesi gerekeni en başta söyleyelim: Yukarıda da belirttiğimiz gibi, haksız eylemle yok edilen ölenin malvarlığı ve sabit gelirleri değil, onun "insan" olarak varlığı ve çalışma gücü olduğundan, bu gücün sağlığında çalışarak elde ettiği veya eğer yaşasaydı ilerde işinde ve mesleğinde ilerleme derecesine göre elde edebileceği kazançlar araştırılacak ve destekten yoksunluk hesapları bu kazançlara göre değerlendirilecektir. Haksız eylemin neden olduğu zararlar ile ölenin mirası ve gelirleri arasında "nedensellik bağı" bulunmadığından, bunlar tazminat hesabında gözetilmeyecek; yalnızca ölenin beyin ve beden gücüyle "çalışarak" sağladığı ya da ilerde sağlayabileceği kazançlar üzerinden destek tazminatı hesaplanacaktır. Veya ölen kişi eylemli çalışmasına son vermiş olsa bile, onun beden ve beyin gücünden (bilgi ve deneyimlerinden) yararlanma olanaklarının yitirilmiş olması da maddi bir zarar olarak değerlendirilecektir. Ya da ileri yaşta olmalarına bakılmayıp, yakınlarına "hizmet ederek" destek sağlamaktalar ise, örneğin ileri yaştaki eşler birbirlerine hizmet ve yardım ederek destek olmaktalar ise, bunların dahi zarar kavramı içerisinde parasal değerlendirmesi yapılacaktır.
            Eğer ölenden ticarethane, şirket, fabrika, atölye, çiftlik, taşınmaz gelirleri gibi yönetilmeyi ve sürekli izlenmeyi gerektiren iş ve işyerleri kalmışsa, bunlar hak sahiplerini zenginleştirmiş olsa bile, (bazı yanlış görüşlerin aksine) miras ve miras geliri olarak tazminat hesabına katılmayacak; tazminatın kazanç unsuru, ölenin çalışma gücünden veya bilgi ve deneyim birikiminden yoksunluğun derecesine göre belirlenecektir. Ölenin yaptığı işleri, ölüm sonrasında bir başkası üstlenmişse, bu kişi yakınlardan biri olup da kendisine bir ücret ödenmese dahi, ödenmesi gereken ücret ilgili meslek kuruluşlarından veya ticaret odasından sorularak tazminat hesabı buna göre yapılacak; böylece ölenin bedensel ve düşünsel varlığından yoksunluk değerlendirilmiş olacaktır.
            Öte yandan,Yargıtay kararlarına yerleşen ve kökleşen "hizmet ederek" de destek olunabileceğine, maddi destekliğin yalnızca parasal olarak düşünülmemesi gerektiğine ilişkin görüş ve anlayış çerçevesinde de "yoksun kalınan"ın ölen kişinin "bedensel varlığı" olduğu sonucuna varılacaktır.
2- Ölenin mirası veya miras geliri ile haksız eylemin neden olduğu "yoksunluk" arasında bir bağ kurmak yanlıştır:
            Yukarıdaki bölümlerde Yargıtay kararlarından örneklerle belirtildiği gibi, destekten yoksunluk mirasçılık sıfatından ayrı bağımsız bir haktır; mirasın reddedilmesi, mirastan feragat edilmesi, terekenin borca batık olması gibi durumlar destekten yoksun kalma tazminatı istenmesine engel olmayacağı gibi, davacıların gelirlerinin pek fazla ve varlıklı kişiler olmaları da destek tazminatı istenmesine engel değildir. Çünkü ölenin mirası ile yakınlarını "onun bedensel varlığından" yoksun bırakan haksız eylem arasında asla "nedensellik bağı" kurulamaz. Geçmişte (ve halen) bazı bilim çevrelerinin benimsedikleri görüşleri ve bu görüşlerin etkisinde oluşturulan bazı Yargıtay kararlarını yanlış ve yanıltıcıdır. Bu yanlışlardan en çarpıcı ve yanıltıcı olanları ise "mirasın veya miras gelirlerinin, destek görenlerin bakım ihtiyacını kaldırdığı ölçüde tazminat isteme hakları bulunmadığı" veya " mirastan elde edilen yararların bakım ihtiyacını kaldırdığı ölçüde zarardan düşülmesi gerektiği" ya da "mirastan sağlanan gelirlerin denkleştirilmesi gerektiği" biçimindeki görüş ve anlayışlardır ve bunlar asla hak ve adalet kavramı ile bağdaşmamakta, haksız eylemin neden olduğu "yoksun kalma" gerçeğine ters düşmekte; haksız eylem sorumlularını tazminat ödemekten kurtarma ya da daha az tazminat ödemelerini sağlama, onları adeta ödüllendirme amacına yönelik bir sonuç vermektedir.
            Oysa, gene bilim çevrelerinde yer alan doğru görüşlerde belirtildiği üzere: "Zarar verici olay gerçekleşmeseydi bile, destek er veya geç nasıl olsa bir gün ölecek ve zarar gören, mirasçı veya vasiyet alacaklısı sıfatıyla miras veya vasiyet alacağına sahip olacaktı. Öte yandan, mirasçılık kanundan doğan bir haktır. Bu nedenle, mirasçının kanun gereği nasıl olsa bir gün iktisap edeceği mirası, yarar saymak mümkün değildir. Kaldı ki, zarar verenin, haksız bir eylemle öldürdüğü bir kimsenin mirasçısına kalan servetinden denkleştirme yoluyla yararlanması, hukuk duygusunu da incitecek niteliktedir. Diğer taraftan, mirasçılık, zarar verici olayın sonucu değil, ölüm olayının bir sonucudur. Kanun, mirasın miras bırakanın ölümüyle açılacağını öngörmüştür (MK. 517/I). Bu itibarla zarar veren, kanunda öngörülen bu hükme dayanamaz. Ayrıca, mirasçı kavramıyla desteklenen, yardım gören kavramları da birbiriyle eş kavramlar değildir. 6098 sayılı B.K. m. 53, mirasçı deyimini değil, ölenin desteğinden yoksun kalanlar deyimini kullanmıştır. Görülüyor ki, desteklenen kişinin mutlaka mirasçı olması şart değildir. Nihayet, sorumlunun zarar verici öldürme olayı, miras bırakan desteğin daha önce ölümüne sebep olmakla onun malvarlığının ve dolayısıyla terekesinin artma ihtimalini de önlemiş bulunmaktadır. Destek, zarar verici olay sonucu ölmeseydi belki daha uzun yıllar yaşayacak ve miras mallarını artıracaktı. Erken ölüm sonucu bu imkan önlenmiştir".
            Aşağıda verilen Yargıtay karar örneklerinde, kendiliğinden gelir getirmesi olanaksız malvarlıklarının ölen tarafından yönetildiğinin ve miras bırakanın ölümü ile onun bu "yönetme" işlevinden (beden ve beyin gücünden) yoksun kalındığının göz ardı edildiği ve bu yüzden destek zararının miras geliri ile karşılanmış sayılması gibi yanlış bir sonuca varıldığı gözlemlenecektir:
            4. HD. 09.10.1985 gün 6201-7968 sayılı kararında, ölenin çiftlik sahibi olduğunun anlaşıldığı, bu nedenle karısının miras payı hesaplanarak destek tazminatından indirim yapılması gerektiği sonucuna varılırken, bu çiftliği ölenin işlettiği ve ölümle onun bu işlevinden yoksun kalındığı göz ardı edilmiştir.
            4. HD. 23.04.1981 gün 2594-5639 sayılı kararında, davalı tarafından öldürülen destekten tapulu ve tapusuz taşınmazlar kaldığı ve bunlardan otuz dönüm tarlanın davacının payına düştüğü, ayrıca ikiyüz metrekarelik plastik sera bulunduğu, bu serada sulu tarım yapılarak sebze üretildiği açıklandıktan sonra, bu miras gelirlerinin destekten yoksunluk tazminatından indirilmesi gerektiği sonucuna varılmış; bununla yetinilmeyip bir de desteklerini yitiren davacıların kendilerine kalan mirası, gelir sağlayacak duruma getirmekten kaçınmış olup olmadıklarının incelenmesi istenmiştir. Bu kadarını da fazla bularak, diyoruz ki, ölen kişi tarım işletmecisi olduğuna göre, mirasçıları onun beden ve beyin gücünden yoksun kalmışlardır. Tazminatın konusu bu yoksunluktur. Hesaplamada gözetilecek olan miras gelirleri değil, ölenin bir tarım işletmecisi (çiftçi) olarak bedensel katkısıdır. Yörenin Ziraat Odası`ndan bir çiftlik veya sera işletmecisinin çalışması karşılığı dönem kazançlarının ne olabileceği sorulacak ve bildirilen kazançlara göre destekten yoksunluk tazminatı hesaplanacaktır. Bu tür hesaplamada, taşınmaz ya da sera işletmesinin gelirleri kazanç unsuruna katılmayacağı için, indirim de söz konusu olmayacaktır. Öte yandan, yargıyı asla ilgilendirmemesi gereken "davacıların babalarından kalan arazileri iyi işletip işletmediklerinin" araştırılmasına da gerek kalmayacaktır.
            15. HD. 14.03.1975 gün 1334-1453 sayılı kararında da, davacılara ölen desteklerinden yetmiş dönüm arazi kaldığı, bunun semerelerinin maddi tazminattan düşülmesi gerektiği sonucuna varılmış; arazileri kimin işleteceği ve miras bırakanın tarım işlerine bedensel katkısı hesaba katılmamıştır. Burada da destek tazminatının hesabında gözetilecek olan, miras gelirleri değil, ölenin beden gücünden yoksunluğun bedelidir. Şöyle de denebilir: Ölenin yerine tarım işlerinde çalıştırılacak kişiye ödenmesi gerekli ücret, destekten yoksunluk tazminatının unsuru olacaktır.
            15. HD. 15.09.1974 gün 710-748 sayılı kararında açıklandığına göre, çok zengin bir adam olan ölen kişiden birçok fabrika ve müessese kalmıştır. Bu nedenle, ölümün, işlerin yürütülmesine ne oranda etki yapacağının, mirasçıların bu işleri yürütüp yürütemeyeceklerinin araştırılması, işletmelerin yılda ne kadar net gelir getireceklerinin hesaplatılması; desteğin sağlığında elde ettiği gelirin miras geliri olarak ölümden sonra da devam edip etmeyeceği üzerinde durulması, bu gelirlerin tazminattan indirilmesi, eğer bu tazminat miras gelirleri ile karşılanıyorsa davanın reddedilmesi istenmiştir. Elbette ki bu kararda da göz ardı edilen, birçok fabrika ve müessesenin sahibi olan desteğin bir girişimci ve sanayici olarak bilgisi, becerisi, deneyimi, yaratıcılığı ile bunca malvarlığına sahip oluşundaki beyin gücüdür. Yoksun kalınan bu güçtür. Bunu malvarlığıyla ve mirasla karıştırmamak gerekir. Burada da yapılacak olan, miras gelirlerini işin içine katmadan, bu çapta bir iş adamının (zenginliği ve malvarlığı dışında) beden ve beyin gücüyle "çalışarak" sağladığı kazançların ne düzeyde olacağının Ticaret ve Sanayi Odalarından sorulması ve alınacak yanıta göre destekten yoksunluk tazminatının hesaplanmasıdır. Burada da hesap unsurlarına miras gelirleri katılmayacağı için, indirim de söz konusu olmayacaktır. Bu arada uzun ve gereksiz araştırmalarla davalar uzamayacak, kısa sürede sonuca varılacaktır.
            4. HD. 15.04.1968 gün 3518 sayılı kararında da, ölüm sonucu bakkal dükkanı davacıların üzerine miras yoluyla geçmiş bulunmasına göre, bu miras gelirinin hesaplanacak tazminat tutarından mahsup edilmesi gerekir, denildikten sonra, bakkal dükkanının davacılar veya üçüncü kişi eliyle işletilmesi halinde zorunlu giderler çıkarıldıktan sonra elde edilecek gelirin, miras bırakanın elde ettiği gelirden daha az bulunması halinde aradaki farkın davacıların hak kazanabileceği tazminatın hesaplanmasında esas alınması gerekeceği açıklaması yapılmıştır. Bu karar tümüyle yaşam gerçeklerine aykırı olduğu gibi, istenilen hesaplamaların yapılabilmesi neredeyse olanaksızdır. Her şeyden önce, mirasçıların bakkal dükkanı işletmeye istekli olmamaları durumunda yargının bunu zorlamaya hakkı yoktur. Üçüncü kişi ile anlaşma yapılması bakkal dükkanının devri anlamına gelir. Bu devirden ele geçecek para ile haksız eylem sonucu ölenin bedensel varlığının ortadan kaldırılmış olması ve çalışma gücünün yok edilmesi arasında bir bağ kurulamaz. Burada da yoksun kalınan ölenin "çalışarak " elde ettiği kazançlardır. Tazminatın hesap unsurunu oluşturacak bu kazançların nasıl belirleneceğine gelince: Bakkallar Esnaf Odasından bakkal dükkanı işleten bir kimsenin veya bir tezgahtarın olay tarihinden rapor (hüküm) tarihine kadar aylık ve yıllık kazançlarının ne olabileceği sorulacak ve alınacak yanıttaki rakamlar üzerinden destek tazminatı hesaplanacaktır.
            4. HD. 12.12.1966 gün 8495-10612 sayılı kararında, ölenin bir sebze bahçesi bulunduğu ve bu bahçenin gelirinden davacıların ölümden sonra da faydalanmakta oldukları ileri sürülmesine göre, miras gelirinin tazminattan mahsup edilmesinden sonra arada bir eksilme varsa bunun hesaplanması, geriye ödenecek bir miktar kalmışsa ancak ona hükmedilmesi gerektiği sonucuna varılıp, adeta haksız fiil sorumluları korunup kollanmıştır. Üstelik bu karar da, ötekiler gibi, yaşam gerçeklerine aykırıdır. Önce, bir sebze bahçesi kendiliğinden gelir getirmez. Sebzecilik zor iştir. İklim koşullarından etkilenme nedeniyle her yıl aynı ürün alınamaz. Alınsa bile piyasa koşulları değiştiğinde satış olanakları ortadan kalkmış ya da çok düşük fiyatlar verilmiş olabilir. Bütün bu koşullar dikkate alındığında bir "gelir" hesabı yapılması neredeyse olanaksızdır. İkincisi, mirasçılar sebzecilik yapmak zorunda değillerdir; onlardan böyle bir şey istemeye kimsenin hakkı yoktur. Çözüm: Burada da yoksun kalınan ölenin bedensel varlığı, beden gücü ve "çalışarak" elde ettiği kazançlardır. Ölen sebzecilik yaptığına göre, ilgili meslek kuruluşundan bir "bahçıvan"ın, bir "sebze tarımcısının" olay tarihinden rapor (hüküm) tarihine kadar aylık ve yıllık ortalama kazançları sorulacak; destekten yoksunluk tazminatı bu kazançlar üzerinden hesaplanacaktır. Bu hesaplamada, miras gelirlerini işin içine karıştırmak gereksizdir; yalnızca ölenin beden gücünün ürünü olan kazançlar üzerinden tazminat hesaplanacağından, bir indirim de söz konusu olmayacaktır.
            Yaşam gerçekleriyle bağdaşmayan ve can zararlarının hesaplanmasında haksızlıklara yol açan bu yanlış kararlara, günümüzde pek rastlanmamakta oluşu adil yargılamada epey yol alındığını göstermektedir. Aşağıda vereceğimiz, çok yeni tarihli karar örneklerinde doğru saptamalar yapıldığı; ölenin "çalışarak" beden ve beyin gücüyle elde ettiği kazançların destek tazminatının hesap unsurunu oluşturduğu gözlemlenecektir.
3- Ticaret ve sanayi işletmeleri ile çiftlikler kendiliklerinden gelir getirmez; ölümle onları yönetenden yoksun kalınmıştır:
            Yukarıda da belirtildiği gibi, her malvarlığının mutlaka bir yöneteni vardır. Malvarlığının sahibi aklını ve bedenini kullanarak onu yönetir, artırır, eksiltir; ticaret veya sanayi işletmesi ya da çiftlik kendiliğinden gelir getirmez; bilgi, deneyim birikimi ile girişim becerileri o malvarlıklarının kazanılmasını ve elde tutulmasını sağlamıştır. Ölümle malvarlıklarının ve işletmelerin yönetim gücünden yoksun kalınmıştır. Bu nedenle tazminat hesabının ölçüsü, ölen kişinin "beden ve beyin gücünden yoksun kalınması" olacaktır. Bu konuda Yargıtay kararlarından seçilen şu örnekler konuya açıklık getirici niteliktedir:
            Yargıtay 4. HD.14.02.2002 gün 2001/10851-2002/1841 sayılı kararına göre: "Desteğin ölümü ile aile şirketi niteliğindeki servis şirketinin işleyişinde onun bedeni ve fikri katkısı ile sağladığı gelir (kazanç) ortadan kalkmış, servis şirketi faaliyetine devam ettiğinden kazanç tamamen ortadan kalkmamıştır. Bu nedenle şirketin işleyişine desteğin fikri ve bedeni katkısı gözetilerek desteğin kazancının belirlenmesi gerekir".
            Yine 4. HD.06.12.2001 gün 11942-12312 sayılı kararında "Desteğin, bir şirkette pay sahibi olduğu, destek yerine başka bir kişinin çalıştırılması durumuna göre destekten yoksun kalma tazminatı hesaplanacağı" açıklanmıştır.
            4. HD.15.01.2002 gün 12625-364 sayılı kararına göre: "Çiftçilik ve besicilik yapan desteğin bu işlerden elde ettiği gelirlere göre değil, onun salt bu işleri yapmasından dolayı kişisel katkısı belirlenip tazminat hesabının bunun üzerinden yapılması gerekir".
            4. HD. 13.06.2002 gün 4903-7347 sayılı kararına göre de: "Nakliyeci desteğin çalışabilir durumda olan kamyonunun geliri ayrıca hesaba katılmaz. Desteğin bedeni ve fikri çalışması sonucu elde ettiği geliri kuşkuya yer bırakmayacak biçimde belirlenerek destekten yoksun kalma tazminatı hesaplanmalıdır".
            4. HD. 01.06.2000 gün 3098-5316 sayılı kararında açıklandığı üzere: "Trafik kazasında ölen desteğin beslediği sekiz adet hayvan ve ekip biçtiği üçyüz dönüm araziden elde ettiği gelir ile ailesinin geçimini sağladığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, davacıların yoksun kaldıkları destekten yoksun kalma tazminatı, desteğin ölümü nedeniyle bu arazi ve hayvanlardan benzer şekilde gelir elde etmenin davacılara getireceği yük, diğer bir anlatımla, bu geliri elde etmek için desteğin yaptığı işlerin bir başkası tarafından yapılmasının davacılara neye mal olacağı uzman bilirkişiye hesaplatılmalı, bulunacak miktar destek geliri kabul edilerek, buna göre destekten yoksun kalma tazminatı belirlenmelidir. Yerel mahkemece, desteğin hayvancılık ve araziden elde ettiği gelirin tümünün destek geliri olarak kabul edilmesi suretiyle destekten yoksun kalma zararının hesaplanmış olması usul ve yasaya uygun olmadığından kararın bozulması gerekmiştir".
            HGK. 25.05.1984 gün 1982/9-301 E.1984/ 619 K. sayılı kararında: "Destekten yoksun kalma ödencesi, desteğini yitiren kimse ile desteğin yaşamaları olası süre içerisinde, ölen desteğin çalışarak sağlayabileceği kazancından ayırarak yapabileceği yardım tutarının peşin ve toptan ödetilmesidir" denilmiştir (YKD. 1986/5-629).
            4- Ölen kişi, sağlığında işlerden elini çekmiş ve malvarlığını yönetme işini yakınlarına devretmiş olsa dahi, onun gerektiğinde başvurulacak bilgi ve deneyiminden yoksun kalınması da başlı başına destek tazminatı istemeyi haklı kılar:
            Şöyle bir örnek verelim: Birçok şirketler ve fabrikalar kurmuş başarılı bir iş adamı, uzun yıllar çalıştıktan sonra işlerini çocuklarına devredip kendisini emekliye ayırmış olabilir. Böyle bir kimse hukuka aykırı bir eylemle, örneğin bir trafik kazası sonucu yaşamını yitirmişse, çocukları onun, ara sıra başvuracakları bilgi ve deneyiminden yoksun kalmış olurlar. Bu bilgi ve deneyimin, eğer daha uzun yıllar yaşasaydı, miras bıraktığı ekonomik topluluğa katacağı parasal güç, destekten yoksunluk tazminatının konusu olacaktır.
            Bunun gibi yazar, müzisyen, ressam, heykeltraş gibi fikir ve sanat insanlarının daha kaç yıl ürün vereceklerini kestirmek olanaksızdır; bu gibi kişiler, ileri yaşlarda olsalar bile, haksız eylem sonucu ölümleri erken ölümdür; onların kaybedilmesi başlı başına destekten yoksunluktur.
            5- Destek tazminatının hesabında, ölenin beden ve beyin gücüyle "çalışarak" elde ettiği kazançlardan yoksun kalındığına, ölenin "gelir"lerinin hesaplama dışı bırakılacağına ve bunların destekten yoksunluk tazminatından indirilmeyeceğine ilişkin karar örnekleri de şöyledir:
            4. HD. 23.05.1989 gün 1308-4696 sayılı kararına göre: "Sosyal Sigortalar Kurumu emeklisi iken trafik olayına maruz kalıp yaşamını yitirene bağlanan aylık, destekten yoksunluk tazminatından mahsup edilmez. Çünkü her iki olgu arasında yasal bağlantı bulunmadığı gibi, nedensellik bağı da yoktur. Eğer ödemede bulunan kurum zarar görenin, zarar verene karşı olan hakları ölçüsünde ödeme yaparak yasa hükmü gereğince halef olmaktaysa, zarar görene çift ödeme yapılmaması ve dolayısıyla zarar verenin çift ödemede bulunmaması için kurumun yaptığı ödemeler, zarar verenin zarar görene borçlu olduğu tazminat tutarından indirilecektir" (Yasa HD. 1989/9-1232, no: 522).
            HGK. 28.11.1979 gün 77/4-1110 E. 79/1395 K. sayılı kararına göre: "Olayda SSK.`ca davacı eşe, yalnızca ölüm sigortası dalından dul aylığı bağlanmıştır. Bu ise, belirli bir süre sigortalı olmanın ve prim ödemiş bulunmanın sonucudur. Destek kocanın ölümüne yol açan haksız eylemin doğurduğu zararla, kurumun bu vesile ile sağladığı yarar arasında uygun "nedensellik bağı"nın bulunmaması, hukuki dayanaklarının ayrı oluşu bir arada tutulduğunda, ölüm sigortasından davacı eşe kurumca bağlanan dul aylığının, haksız eylemin yol açtığı zarardan düşülmesi gerekmez" (YKD. 1980/7-938).
            11. HD. 27.04.1982 gün 1762-1988 sayılı kararına göre: "Sosyal Sigortalar Kurumu`nun ölenin eş ve çocuklarına bağladığı dul ve yetim maaşlarının peşin sermaye değerinin, destekten yoksun kalma tazminatından tenkisinin gerekmeyeceği, Yargıtay`ın kökleşmiş içtihatlarına göre kabul edilmiş bulunmaktadır. Dava konusu olayda, Sosyal Sigortalar Kurumu`nca davacılara bağlanan dul ve yetim maaşlarının ölüm sigortasından bağlandığı anlaşıldığından, bu gelirlerin peşin sermaye değerlerinin destekten yoksun kalma tazminatından indirilmesi gerekmemektedir" (YKD. 1982/7-954).
            Yargıtay İçtihadı Birleştirme BGK. 06.03.1978 gün ve 1/3 sayılı kararına göre: "Ölenin, bakmakta olduğu veya ilerde bakacağı sayılan kişilerin yoksun kaldıkları zararın, diğer deyişle destekten yoksun kalma tazminatının saptanmasında, T.C. Emekli Sandığı`nca bağlanan gelirlerin indirilmesi gerekmez" (YKD. 1978/5-667).
IV- DESTEKTEN YOKSUNLUKTA TAZMİNATIN ÖLÇÜSÜ
            Destekten yoksun kalma tazminatının hesabında parasal ölçü, ölenin beden ve beyin gücüyle yarattığı ekonomik değer olacaktır. Çünkü, yukarda açıkladığımız gibi, haksız eylemin yoksun bıraktığı ölenin "bedensel varlığı"dır. Miras veya geliri er veya geç hak sahiplerine kalacaktır. Kimilerinin düşündüğü gibi, ölümle erken mirasa konanlar, vaktinden önce zenginleştikleri için haksız eylemi işleyeni ödüllendirecek değillerdir. Mirasın ve gelirinin destek zararını karşıladığını düşünmek veya karşıladığı ölçüde zarardan indirim yapılmasını savunmak da tam bir hak tanımazlıktır ve asla insancıl bir düşünce değildir.
            Destekten yoksun kalanların aynı zamanda mirasçı olmaları durumunda, miras veya gelirinin, tazminatın "parasal" unsuruna katılmasına gerek yoktur; katılmayacağı için de tazminattan indirim söz konusu olmayacaktır. Bir kez daha yineleyelim ki, tazminatın ölçüsü, ölenin beden ve beyin gücüyle yarattığı ekonomik değerdir. Bu "para" olarak ele alındığında "kazanç" kavramıyla karşılaşılacaktır. Kazanç ile "gelir" aynı şeyler değildir. Gelir, daha önce herhangi bir biçimde edinilmiş veya biriktirilmiş ya da hak edilmiş kazanımın, daha önce çalışılarak elde edilmiş olsa bile, artık çalışmadan ve emek harcamadan düzenli aralıklarla para olarak malvarlığına katılmasıdır. Bu yüzden durağandır. Oysa kazanç, süren bir çalışmanın karşılığıdır; beden ve beyin gücü kullanılarak elde edilmekte olan bir paradır.
            Destekten yoksun kalma tazminatı hesaplanırken, "kazanç" ögesinin belirlenmesinde, bir başka deyişle "parasal" değerlendirme yapılması sırasında, şöyle bir ayrım gerekecektir:
1- Çalıştığı sırada ölen kişinin kazançları:
            Ölen kişinin sağlığında çalışarak elde etmekte olduğu "gerçek kazançlar" araştırılacaktır. Bir işverene bağlı olarak çalışan bir kimsenin, bordrolarda düşük gösterilen ücretleri değil, aldığı ve alması gereken gerçek ücretler tazminat hesabının ölçüsü olacaktır. Bağımsız çalışanlar ve ticaretle uğraşanlar yönünden de "vergi bildirimleri ve ticari defterler" bir yana bırakılarak, gerçekten elde edilmekte olan kazançlar araştırılacaktır. Yargıtay`ın yerleşik kararlarına göre, vergi bildirimlerinde ve yasal defterlerde düşük gösterilen kazançlar ölçü alınamaz; kişinin yaptığı işe ve işyerinin büyüklüğüne göre gerçek kazançları belirlenip tazminat hesapları buna göre yapılmalıdır.
2- Henüz çalışma yaşamına atılmamış veya bir işi olmayan kişiler yönünden tazminatın ölçüsü:
            Ölen kişi henüz çalışma yaşamına atılmış biri değilse, örneğin ilerde çalışıp yakınlarına destek sağlama olasılığı olan bir çocuk ise veya ölüm sırasında bir işi ve kazancı bulunmuyorsa, ilerde veya bir iş bulup çalıştığında alması gereken ücretler veya kendi başına iş kurup elde edebileceği kazançlar "varsayımsal kazançlar"dır. Bu kazançlar, çok küçük yaştaki çocuklar için "asgari ücret" düzeyinde değerlendirilmekte ise de, yüksek okulda okuduğu sırada ölen gençler için ilerde edineceği meslek dalı gözetilerek alabileceği ücrete göre tazminat hesaplanmaktadır.
3- Hizmet ve yardımın görece değeri:
            Yalnız para vererek değil, hizmet ederek veya bir takım maddi yardımlarda bulunularak destek olunacağı kabul edilmesine göre, (örneğin ev kadınlarının veya ileri yaştaki erkeklerin ev hizmetlerine bedensel katkıları), bunların (bir tazminat davasında) parasal değerlendirmesi, görece (itibari) bir değer ölçüsüne bağlanacaktır. Bu değerlendirme, genellikle ve uygulamada her zaman "yasal asgari ücretler" üzerinden yapılmaktadır.
4- Ölenin beden ve beyin gücünden yoksunluğun ölçüsü:
            Yukarıda Yargıtay kararlarından verdiğimiz örneklerde görüldüğü gibi, ölenden bir ticaret veya sanayi işletmesi ya da bir çiftlik kalmışsa, ölenin beden ve beyin gücüyle bu malvarlıklarına katkısı "parasal" yönden değerlendirilecek ve tazminatın ölçüsü ölenin "beden ve beyin gücü" olacaktır. Bunun ne olabileceğinin ilgili meslek kuruluşlarından veya ticaret ya da esnaf odalarından sorulması uygun görülmektedir.
5- Ölenin bilgi ve deneyiminden yararlanmanın ölçüsü:
            Yukarıda verdiğimiz çeşitli örneklerde, ölenin, kurduğu şirketlerin ve işletmelerinin yönetimini yakınlarına bırakıp bir köşeye çekilmesi durumunda, bedensel ve beyinsel katkısının süreceği, bilgi ve deneyiminden yararlanılacağı bir yaşam gerçeği olarak kabul olunmalı; tazminatın parasal değerlendirmesi, bu katkının ekonomik değerine göre yapılmalıdır. Bunun için meslek kuruluşu ve ticaret odası gibi yerlerden görüş alınması gerekecek ve buralardan bildirilecek kazanç birimlerine göre destek tazminatı hesaplanacaktır.
TEK TARALI TRAFİK KAZALARINDA DESTEKTEN YOKSUN KALMA TAZMİNATI
            Tüm bu açıklamalardan sonra trafik kazalarında araç sürücüsünün tam kusurlu olduğu ve hayatını kaybettiği hallerde destekten yoksun kalma tazminatının talep edilip edilemeyeceği yıllardır süregelen bir tartışmadır. Yargıtay’ın daireleri arasında dahi bir karar birliğine varılamamıştır. Son zamanlarda trafik kazalarının sayısında ciddi artışlar gözlenmekte ve her yıl binlerce kişi trafik kazalarında hayatını yitirmektedir. Ölen kişilerin geride kalan yakınları ise hem duydukları derin acı ve üzüntü sebebiyle manevi zarara hem de ölen kişilerin maddi desteğinden yoksun kaldıkları için maddi zarara uğramaktadır. Uğranılan bu maddi zarar genellikle trafik sigortasını yapan şirketten destekten yoksun kalma tazminatı adı altında talep edilmektedir.
                Trafik kazasında başkasının kusuruyla hayatını kaybeden kişinin geride kalan yakınları herhalde destekten yoksun kalma tazminatı talep edebilir. Doktrinde tartışılan asıl mesele tek taraflı bir trafik kazasında hayatını kaybeden kişinin yakınlarının sigorta şirketinden destekten yoksun kalma tazminatı talep edip edemeyecekleridir. Tek taraflı trafik kazalarında genellikle ilgili aracın sürücüsü tam kusurludur. Tam kusurlu araç sürücüsünün yaralanması sonucunda zorunlu mali mesuliyet sigortası kapsamında herhangi bir talep hakkının olmayacağı açıktır. Çünkü hukukun genel prensiplerinden olan "kişi kusurundan faydalanamaz" ilkesi buna engeldir. Ancak Tam kusurlu sürücü ölürse yakınlarının destekten yoksun kalma iddiasıyla tazminat talep edebilmesi gereklidir. 2008 yılına kadarki dönemde, tam kusurlu bile olsa, trafik kazası sonucu ölen kişinin yakınlarının destekten yoksun kalma tazminatı talep edebileceği kabul edilmekteydi. Ancak 2008 yılında Trafik Kanunu'nda yapılan değişiklikten sonraki Yargıtay kararlarında ölen tam kusurlu kişinin yakınlarının destekten yoksun kalma tazminatı talep edemeyeceğine hükmedilmeye başlandı. Sebep olarak da "kişi kusurundan faydalanamaz" ilkesi gösterilmekteydi.
            17. HD. 2008/3421 E. ve 2009/8479 K. sayılı dosyasındaHal böyle olunca; sürücünün ölümü nedeni ile onun desteğinden mahrum kalanların, işletenden ve onun sigortacısının destek tazminatı talebinde bulunabilecekleri ilke olarak benimsenmelidir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus, zarar verici bir olay sonucu ölen sürücünün ekonomik desteğinden yoksun kalanların uğradıkları zarar, ölen sürücünün değil, destekten yoksun kalanların, bir başka ifade ile, işletene göre üçüncü kişi durumunda olanların üzerinde doğan dolaylı ve yansıma yolu ile meydana gelen zarar olup, destekten yoksun kalanlar bu zararlarının tazmini için zarar sorumlusundan istemde bulunabilirler. Ancak, yansıma yolu ile zarar görmüş olan destek tazminatı isteyenlerin, kendisine destek sağlayan kişinin sahip olduğu haktan fazlasına sahip olabilmeleri hukuken mümkün bulunmayıp, sürücünün ve dolayısıyla destek tazminatında bulunanların, kendi kusurlarından yararlanamazlar.
            Bu durumda, işletenin destek sağlayan kişiye karşı ileri sürebileceği def ileri, destekten yoksun kalanlara karşı ileri sürebilecek olmasına göre işleten, zararın oluşumunda sürücünün de birlikte kusurlu olduğunu ileri sürerek BK.nun 44/1 maddesi gereğince, tazminatın sürücünün kusuru oranında indirilmesini isteyebilir. Zira trafik kazası sonucu ölenin desteğinden yoksun kalanların Zorunlu Mali Sorumluluk sigortacısına yöneltebilecekleri yansıma yolu ile oluşan zararla ilgili tazminat istemlerinin tutarı, işletene karşı ileri sürebilecekleri tutar kadar olmalıdır. Dairenin son uygulamaları da bu yöndedir.
            Dava konusu olayda, davacıların desteği olan sürücü Mehmet K. aracı kullanırken tek taraflı kaza sonucu öldüğü, tam kusurlu olduğu belirlenmiştir. O halde, yukarda açıklanan ilkeler ışığında; sürücünün ve dolayısıyla destek tazminatında bulunanların kendi kusurlarından yararlanmaları mümkün olamayacağından, davacıların talep ettikleri destekten yoksun kalma tazminatından işletenin, dolayısıyla onun sorumluluğunu üstlenmiş olan Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortacısının sorumluluğuna karar verilmesi doğru görülmemiştir.” şeklinde verdiği karar ile o dönemlerdeki uygulamayı göstermektedir.
            Yargıtay'ın bu tutumu doktrinde eleştirilere maruz kaldı. Yargıtay'ı eleştirenlerin temel argümanı söz konusu kusurun ölenin kusuru olduğu, geride kalan yakınlarının ise herhangi bir kusuru olmadığı konusunda toplanıyordu ve Yargıtay'ın bu kararlarla "yansıma kusur-yansıma suç" gibi bir kavram yarattığı söyleniyordu. Nihayet Hukuk Genel Kurulu'nun 2012 yılında verdiği kararla bu yanlıştan dönülmüş oldu. İlgili karar ile ölen araç sürücüsü tam kusurlu dahi olsa yakınlarının sigorta şirketinden destekten yoksun kalma tazminatı talep hakkı olacağı, söz konusu kusurun ölenin kusuru olduğu ve bu kusurun geride kalanlara yansıtılamayacağı hükme bağlanmıştır.
            KTK 85/1 ve 91 maddeleri birlikte değerlendirildiğinde araç işletenin ve onun eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin 3. Kişilere verebileceği zararları sigorta şirketleri teminat altına almaktadır. KTK 92 . maddesi ise sorumluluğu azaltan ya da teminat dışında kalan halleri tahdidi olarak saymış, bu konuda yoruma yer bırakmamıştır.
            KTK 92: "Aşağıdaki hususlar, zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamı dışındadırlar,
a) İşletenin; bu Kanun uyarınca eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişilere karşı yöneltebileceği talepler,
b) İşletenin; eşinin, usul ve füruunun, kendisine evlat edinme ilişkisi ile bağlı olanların ve birlikte yaşadığı kardeşlerinin mallarına gelen zararlar nedeniyle ileri sürebilecekleri talepler,
c) İşletenin; bu Kanun uyarınca sorumlu tutulmadığı şeye gelen zararlara ilişkin talepler,
d) Bu Kanunun 105 inci maddesinin üçüncü fıkrasına göre zorunlu mali sorumluluk sigortasının teminatı altında yapılacak motorlu araç yarışlarındaki veya yarış denemelerindeki kazalardan doğan talepler,
e) Motorlu araçta taşınan eşyanın uğrayacağı zararlar,
f) Manevi tazminata ilişkin talepler." Sigorta kapsamına alınmamıştır. KTK 92/b maddesine bakıldığında işletenin eşi, altsoy ve üstsoyunun tüm zararları değil yalnızca mallarına gelen zararlar teminat dışında bırakılmıştır. Destekten yoksun kalma tazminatında ise talepçi mal varlığı zararını değil yoksun kalınan destek nedeniyle uğranılan zararın tazminini istemektedir. Bu talebin KTK 92 ile teminat dışında bırakılmadığı açıktır. Talep edilen zarar kişilerin kendi şahsında doğmuş bir zarar olmakla birlikte, işletenin mirasçıları olmalarından kaynaklı bir zarar değildir. ZMMS amacı 3. Kişilerin uğrayacağı zararları teminat altına almaktır. Yaşanılan bir olayda kazanın gerçekleşmesinde % 100 kusurlu olan müteveffanın yasal mirasçıları, müteveffanın zararını onun mirasçısı sıfatıyla talep etmemekte, kendi şahıslarında doğan zararı talep etmektedir. Bu nedenledir ki KTK 92. Maddesine de dayanarak sigorta şirketleri tarafından talepçilerin tazminat talebinin reddedilemeyeceği düşünülmelidir. 818 sayılı BK madde 44, 6098 sayılı BK madde52 gereği tazminattan indirim yapılabilmesi ve hiç kimsenin kendi kusurundan faydalanamayacağı ilkesi ise bu zararın müteveffanın mirasçısı olmalarından dolayı doğmadığından, direkt olarak 3. Kişilerin şahsında doğmuş olmasından dolayı uygulama alanı bulamayacaktır.
            Tüm bu açıklamalardan sonra Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2011/17-787 E. ve 2012/92 K. sayılı dosyası da incelendiğinde bu konunun açıklığa kavuşacağı düşünülmüştür.
            “ÖZET : Dava, destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir. Uyuşmazlık; şoförün tam kusuru ile gerçekleşen trafik kazasında, araçta yolcu olarak bulunan işletenin ölmesi üzerine mirasçılarının, davalı zorunlu mali sorumluluk sigortacısından, destekten yoksun kalma tazminatı isteyip isteyemeyecekleri noktasında toplanmaktadır. Davacıların, desteklerinin işleteni olduğu araçta, sürücünün tam kusuru sonucu meydana gelen trafik kazası sonucu, vefat etmiş olması nedeniyle, destekten yoksun kalan üçüncü kişi sıfatıyla, zorunlu mali sorumluluk sigortacısını hasım göstererek dava açabileceğinin kabulü ile işin esasının incelenmiş olması hukuka uygundur.
DAVA : Taraflar arasındaki "destekten yoksun kalma tazminatı" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen asıl alacak yönünden davanın kabulüne, faiz başlangıç tarihi ve oranına ilişkin fazla talebin reddine dair 16.07.2009 gün ve 2008/747 E., 2009/459 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 17. Hukuk Dairesi'nin 09.03.2010 gün ve 2010/85 E., 2010/2094 K. sayılı ilamı ile;
(... Davacılar vekili, müvekkillerinin desteğinin işleteni olduğu aracın, davalı nezdinde trafik sigorta poliçesi ile sigortalı olduğunu, aracın başka bir kişi tarafından kullanılması sırasında meydana gelen kazada yolcu olan işletenin hayatını kaybettiğini ileri sürerek, ıslah dilekçesi ile toplam 100.000,00 TL destekten yoksun kalma tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmişlerdir.
Davalı vekili, davacıların zararının sigorta teminatı kapsamında olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, dava konusu zararın araç işleteninin zararı değil, davacıların zararı olduğu, davacıların zarar gören 3. kişi konumunda oldukları gerekçesi ile, davanın kabulüne, toplam 100.000,00 TL'nin davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davalı sigorta şirketi vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince;
Dava, destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 91/1. maddesinde, işletenlerin, bu kanunun 85/1. maddesine göre olan sorumluluklarının karşılanmasını sağlamak üzere mail sorumluluk sigortası yaptırmaları zorunludur, aynı Kanunun 85/1. maddesinde, "bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yararlanmasına yahut bir şeyin zarar olacağı", aynı Kanunun 85/son maddesi de ise, "işleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına katılan yardımcı kişilerin kusurdan kendi kusuru gibi sorumludur." hükümlerine yer verilmiş, Karayolları Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartlarının A-1 maddesinde de, "sigortacı bu poliçede tanımlanan motorlu aracın işletmesi sırasında bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına veya bir şeyin zarara uğramasın sebebiyet vermesinden dolayı 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'na göre işletene düşen hukuki sorumluğu, zorunlu sigorta limitlerine kadar temin eder" şeklinde ifade edilmiş, 86. maddesinde ise, işleten veya araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibi kendisinin veya eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişilerin kusuru bulunmaksızın ve araçtaki bir bozukluk kazayı etkilememiş olmaksızın kazanın bir mücbir sebepten veya zarar görenin veya bir üçüncü kişinin ağır kusurundan ileri geldiğini ispat ederse sorumluluktan kurtulur hükmü ile işletenin ve dolayısıyla onun sorumluluğunu üstlenen zorunlu mali sorumluluk sigortacısının sorumluluktan kurtulma halleri düzenlenmiştir.
BK.nun 44. maddesi hükmüne göre ise, zarar gören taraf zararın doğmasına veya zararın artmasına sebep olmuş ise hakim zarar ve ziyan miktarını tenkis yahut zarar ve ziyan hükmünden sarfınazar edebilecektir.
Diğer yandan aynı kanunun 92. maddesinde Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortasının kapsamı dışında kalan hususlar sıralanmış olup, 92/a maddesinde işletenin eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişilere karşı yöneltilebileceği talepler 92/b maddesinde ise işletenin eşinin usul ve fürunun kendisini evlat edinme ilişisi ile bağlı olanların ve birlikte yaşadığı kardeşlerinin mallarına gelen zararlar nedeniyle ileri sürebilecekleri taleplerinin Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası kapsamı dışında kaldığı belirtilmiştir. Keza bu maddeye paralel olarak Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartlarının A-3 maddesinde teminat kapsamı dışında kalan hususlar düzenlenmiştir.
Talep edilen destek zararı, ölenin değil 3. kişilerin üzerinde doğan dolaylı ve yansıma yolu ile meydana gelen zarardır.
Yukarıda açıklanan yasal düzenlemelerde işletenin yakınlarının uğradıkları destek zararlarının trafik sigortacısının sorumluluğu kapsamı dışında kaldığı açıkça düzenlenmemiş olmakla birlikte yansıma yoluyla zarar görmüş olan destek tazminatı isteyenlerin kendisine destek sağlayan kişinin sahip olduğu haktan fazlasına sahip olmaları mümkün değildir. BK.nun 44/L maddesi hiç kimse kendi kusurundan yararlanamaz ilkesine dayanmaktadır. Zararın artmasına veya doğmasına sebep olan kişi sonuçlarına kendisine katlanmalıdır. 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 51/2. maddesi hükmüne göre de öncelikle haksız fiil sorumlusuna zararın tümü yüklenmiş bulunmaktadır. Diğer bir deyişle, nasıl ki desteğin ölümü sebebiyle meydana gelen zararın yansıma yoluyla destek görenleri de etkilediği kabul ediliyorsa desteğin kusurlu davranışları da aynı şekilde destek görenlere yansır.
Hal böyle olunca Borçlar Kanunu'nun 44. maddesi hükümlerine göre işletenin destek sağlayan kişiye karşı ileri sürebileceği defileri, destekten yoksun kalanlara karşıda ileri sürebilecek olmasına göre işleten dolayısı ile sigorta zararın oluşumunda sürücünün de birlikte kusurlu olduğunu ileri sürebilecektir.
Somut olayda ise, yukarıda da belirtildiği şekilde davacıların murisi ve desteği olan işleten, kendisine ait araçta yolcu olarak bulunduğu sırada meydana gelen kazada ölen kişi konumunda olsa da üçüncü kişi sayılamaz. Davacılar, bu olay sebebiyle doğrudan bedensel bir zarar görmemişlerdir. Davacılar, yansıma yolu ile oluşan zararlarının tazminini istemekte iseler de; zararı doğuran olay işletenin ölümü olduğundan, buna dayalı olarak destek zararlarının tazmininin davalı sigortadan istenmesi mümkün değildir.
O halde, mahkemece yukarıda açıklanan nedenlerle davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır...),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
Davacılar, murislerinin işleteni olduğu başka bir kişinin kullandığı araçta yolcu olarak bulunmakta iken, meydana gelen trafik kazasında, ölümü nedeniyle desteğinden yoksun kaldıkları iddiasıyla, zorunlu mali sorumluluk sigortacısı şirket aleyhine eldeki davayı açmışlardır.
Davalı sigorta şirketi, zararın sigorta teminatı dışında kaldığını savunmuştur.
Yerel mahkemece, davacıların zarar gören üçüncü kişi konumunda oldukları, davanın işletenin zarar görmesine değil; davacıların zararına dayalı olduğu gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle ve özellikle, davacılar üzerinde doğan zararın, dolaylı ve yansıma yolu ile meydana gelen zarar olduğu; yansıma yoluyla zarar görmüş olan destek tazminatı isteyenlerin, kendisine destek sağlayan kişinin sahip olduğu haktan fazlasına sahip olmalarının mümkün olmadığı, BK.nun 44/1. maddesine göre hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı, davalı sigortacıdan talepte bulunulmayacağı gerekçesiyle, bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararını, davalı vekili temyize getirmiştir.
Bozma ve direnme kararlarının kapsamı itibariyle; davalı şirketin zorunlu mali sorumluluk sigortacısı olduğu araçta, işleten davacılar murisinin yolcu olarak bulunduğu sırada, şoförün tam kusuruyla meydana gelen trafik kazasında öldüğü; eldeki tazminat davasının, ölenin mirasçıları tarafından destekten yoksun kalmaya dayalı olarak açıldığı, davacıların üçüncü kişi konumunda oldukları, işletenin yakınlarının uğradıkları destek zararlarının trafik sigortacısının sorumluluğu kapsamı dışında kaldığına ilişkin Kanunda açık bir düzenleme bulunmadığı, yerel mahkeme ile özel daire arasında uyuşmazlık konusu değildir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; şoförün tam kusuru ile gerçekleşen trafik kazasında, araçta yolcu olarak bulunan işletenin ölmesi üzerine mirasçılarının, davalı zorunlu mali sorumluluk sigortacısından, destekten yoksun kalma tazminatı isteyip isteyemeyecekleri noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle uyuşmazlığa ilişkin hukuki kavram ve kurumlar ile ilgili mevzuatın irdelenmesinde yarar vardır:
İşleten ve araç işleticisinin bağlı bulunduğu teşebbüs sahibinin hukuki sorumluluğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu(KTK)'nun 85. maddesinde düzenlenmiştir.
"İşleten Ve Araç İşleticisinin Bağlı Olduğu Teşebbüs Sahibinin Hukuki Sorumluluğu" başlıklı bu maddede:
"Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.
Motorlu araç ölüme veya yaralanmaya sebebiyet vermiş ise, kazaya karışan aracın başkalarına devir ve temliki veya üzerinde bir hak tesisini önlemek amacıyla olaya el koyan Cumhuriyet Savcılıklarınca, aracın tescilli olduğu tescil kuruluşuna trafik kaydı üzerine şerh düşülmesi İçin talimat verilir. Kaza anı ile Cumhuriyet Savcılığınca trafik kaydı üzerine şerh düşülmesi arasında geçen süreler içinde kötü niyetle yapılan araç tescilleri hükümsüz sayılır. Şerhin konulduğu tarihten itibaren bir ay içerisinde; şerhin kaldırıldığına veya devamına ilişkin mahkeme kararı ibraz edilmediği takdirde bu şerh hükümsüz sayılır.
İşletilme halinde olmayan bir motorlu aracın sebep olduğu trafik kazasından dolayı işletenin sorumlu tutulabilmesi için, zarar görenin, kazanın oluşumunda işleten veya eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişilere ilişkin bir kusurun varlığını veya araçtaki bozukluğun kazaya sebep olduğunu ispat etmesi gerekir.
İşleten ve araç işleticisi teşebbüs sahibi, hakimin takdirine göre kendi aracının katıldığı bir kazadan sonra yapılan yardım çalışmalarından dolayı yardım edenin maruz kaldığı zarardan da sorumlu tutulabilir. Ancak, bu durumda işletici teşebbüs sahibinin sorumlu kılınabilmesi için kazadan kendisinin sorumlu olması veya yardımın doğrudan doğruya kendisine veya araçta bulunanlara yahut kazaya taraf olan üçüncü kişilere yapılması gerekir.
İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına katılan yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur,"
hükmü yer almaktadır,
Bu düzenlemenin hukuki nitelikçe hangi sorumluluğa ilişkin bulunduğuna gelince;
Özellikle endüstri devrimiyle birlikte ortaya çıkan teknik buluşlar ve makineleşme zarar tehlikesini arttırmış ve artan bu zarar tehlikesini önlemek için kusura dayanan sorumluluğun her zaman yeterli olmayacağı öngörülerek tehlikeli faaliyette bulunanların sebep oldukları zararları gidermesi kabul edilmiştir (Fikret Eren, a.g.e, s. 449 vd.).
Motorlu araçların işletilme tehlikesine karşı, zarar gören üçüncü şahıslan, korumak amacıyla getirilmiş olan bu düzenleme ile öngörülen sorumluluğunun bir kusur sorumluluğu olmayıp, sebep sorumluluğu olduğu; böylece araç işletenin sorumluluğunun sebep sorumluluğunun ikinci türü olan tehlike sorumluluğuna ilişkin bulunduğu, öğretide ve yargısal içtihatlarla kabul edilmektedir (Fikret Eren, Borçlar Hukuku, 9. Bası, s. 631 vd.; Ahmet Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku, Genişletilmiş 10. Baskı, s. 264 vd).
2918 sayılı Kanunun 86. maddesinde ise, bu Kanunun 85.maddesinde düzenlenen sorumluluktan kurtulma ve sorumluluğu azaltma koşullarına yer verilmiştir.
Bu düzenlemelere göre, araç işleteni veya araç işleteninin bağlı bulunduğu teşebbüs sahibi, kendisinin veya eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişilerin kusuru bulunmaksızın ve araçtaki bozukluk kazayı etkilemiş olmaksızın kazanın bir mücbir sebepten veya zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusurundan ileri geldiğini ispat ederse sorumluluktan kurtulabilecek; sorumluluktan kurtulamayan işleten veya araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibi ise kazanın oluşunda zarar görenin kusurunun bulunduğunu ispat ederse, hakim, durum ve şartlara göre tazminat miktarını indirebilecektir.
Burada kanun koyucu zarar görenin kusuru nispetinde indirim yapılabileceğini öngörmüş ve indirimi zorunlu tutmayarak hakimin taktirine bırakmıştır. Uygulama ve öğretide de (S. Ünan, "Ergün A. Çetingil ve Rayegan Kender'e 50. Birlikte Çalışma Yılı Armağanı 2007", s. 1180) bu husus kabul edilmektedir.
Kanun koyucu, açıklanan düzenlemeler yanında 2918 sayılı KTK'nun 91. maddesiyle de; işletenin Aynı Kanunun 85. maddesinin birinci fıkrasına göre olan sorumluluklarının karşılanmasını sağlamak üzere mali sorumluluk sigortası (Karayolları Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası) yaptırma zorunluluğunu getirmiştir.
Hemen belirtmelidir ki, işletenin sorumluluğu hukuki nitelikçe tehlike sorumluluğuna ilişkin bulunmakla, işletenin hukuki sorumluluğunu üstlenen zorunlu sigortacının 91.maddede düzenlenen sorumluluğu da bu kapsamda değerlendirilmelidir.
Öyle ise, hem işleten hem de sigortacının sorumluluğu, hukuki niteliği itibariyle tehlike sorumluluğuna ilişkin bulunduğundan, uyuşmazlığın bu çerçevede ele alınıp, çözümlenmesi gerekmektedir.
Karayolları Trafik Kanununda zorunlu trafik sigortasına ilişkin olarak, sorumluluğun kapsamı yanında, bu kapsam dışında kalan haller de açıkça düzenlenmiştir.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun "Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Dışında Kalan Hususlar" başlıklı 92. maddesinde:
"Aşağıdaki hususlar, zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamı dışındadırlar,
a) İşletenin; bu Kanun uyarınca eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişilere karşı yöneltebileceği talepler,
b) İşletenin; eşinin, usul ve füruunun, kendisine evlat edinme ilişkisi ile bağlı olanların ve birlikte yaşadığı kardeşlerinin mallarına gelen zararlar nedeniyle ileri sürebilecekleri talepler,
c) İşletenin; bu Kanun uyarınca sorumlu tutulmadığı şeye gelen zararlara ilişkin talepler,
d) Bu Kanunun 105 inci maddesinin üçüncü fıkrasına göre zorunlu mali sorumluluk sigortasının teminatı altında yapılacak motorlu araç yarışlarındaki veya yarış denemelerindeki kazalardan doğan talepler,
e) Motorlu araçta taşınan eşyanın uğrayacağı zararlar,
f) Manevi tazminata ilişkin talepler."
hükmü ile, zorunlu trafik sigortacısının hangi zararlardan sorumlu olmadığı düzenleme altına alınmış; burada örnekseme yoluna gidilmeyip; tek tek ve tahdidi olarak sorumlu olunmayan haller sıralanmıştır.
Bu noktada üzerinde durulması gereken hususlardan birisi, 2918 sayılı KTK'nun 92/b maddesinde yer alan "İşletenin; eşinin, usul ve füruunun, kendisine evlat edinme ilişkisi ile bağlı olanların ve birlikte yaşadığı kardeşlerinin mallarına gelen zararlar nedeniyle ileri sürebilecekleri taleplerin zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamı dışında olduğuna" ilişkin hükümdür.
Bu hükümle kanun koyucu; tehlike sorumlusu zorunlu mali sorumluluk sigortacısının sorumluluğu kapsamından sadece, tehlike sorumlusu olan işletenin eşinin, usul ve füruunun, kendisine evlat edinme ilişkisi ile bağlı olanların ve birlikte yaşadığı kardeşlerinin mallarına gelen zararları çıkarmıştır.
Şu haliyle, anılan kişilerin mallarına gelen zararlar dışında kalan ölüm ve yaralanmaya ilişkin cismani zararlar ise sigortacının sorumluluğu kapsamında bırakılmış; böylece tehlike sorumlusunun yakınlarının dahi belirtilen anlamda sigorta kapsamında olduğu benimsenmiştir.
Durum bu olunca, işletenin; eşinin, usul ve füruunun, kendisine evlat edinme ilişkisi ile bağlı olanların ve birlikte yaşadığı kardeşlerinin ölüm veya yaralanmaları halinde bundan kaynaklanan zararlarının zorunlu sigorta kapsamında olduğu kabul edilmelidir.
Araç sürücüsünün veya yakınlarının talepleri ise 92.madde kapsamında yer almamakla sigortacının sorumluluğu kapsamında kabul edilmiştir.
Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 15.06.2011 gün ve 2011/17-142 E, 2011/411 K sayılı ilamında, mali sorumluluk sigortası ile sigortalı araç sürücüsünün mirasçılarının açtığı destekten yoksun kalma tazminatı davasında da, Kanunun kapsam dişiliği düzenleyen 92. maddesinde, araç şoförünün desteğinden yoksun katanların isteyebileceği tazminatların kapsam dışı olduğuna dair bir düzenlemeye yer verilmediği ve sürücünün desteğinden yoksun kalanların üçüncü kişi olduğu kabul edilerek zorunlu mali sorumluluk sigortacısından tazminat talep edebilecekleri kabul edilmiştir.
Öte yandan, 2918 sayılı Kanunun 92/a maddesinde yer alan "İşletenin; bu Kanun uyarınca eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişilere karşı yöneltebileceği taleplerin zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamı dışında olduğuna" ilişkin hükmü üzerinde de durulmalıdır.
Vurgulamakta yarar vardır ki, bu hüküm işletenin eyleminden sorumlu olduğu kişilere yönelik kendi zararına dayalı talepleri noktasında önem arz etmektedir. Salt sigorta şirketinin dava edildiği ve üçüncü kişinin zararının söz konusu olduğu durumlarda bu hükmün uygulama alanı bulamayacağı açıktır.
Eldeki davada, işletenin kendisine ait araçta yolcu olarak bulunduğu sırada sürücünün tam kusuruyla ölümü sonucu onun desteğinden yoksun kalınması davanın sebebini teşkil etmekte; işletenin yakınları davalı sigortacıdan zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamında destekten yoksun kalma tazminatı istemektedir.
Hemen burada destekten yoksun kalma tazminatının hukuki niteliği üzerinde de durulmalıdır:
Destekten yoksun kalma tazminatı, 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)'nun 45/11. maddesinde düzenlenmiş olup; "Ölüm neticesi olarak diğer kimseler müteveffanın yardımından mahrum kaldıkları takdirde onların bu zararını da tazmin etmek lazım gelir." şeklinde hükme bağlanmıştır.
Görülmektedir ki, destekten yoksun kalma tazminatının konusu, desteğin yitirilmesi nedeniyle yoksun kalınan zarardır. Buradaki amaç, destekten yoksun kalanların desteğin ölümünden önceki yaşamlarındaki sosyal ve ekonomik durumlarının korunmasıdır. Olaydan sonraki dönemde de, destek olmasa bile, onun zamanındaki gibi aynı şekilde yaşayabilmesi için muhtaç olduğu paranın ödettirilmesidir.
Haksız bir eylem sonucu desteğini yitiren kimse BK'nun 45/11. maddesine dayanarak uğradığı zararın ödetilmesini isteyebilir. Ancak, destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmesi için öncelikle, ölen ile destekten yoksun kalan arasında maddi yönden düzenli ve eylemli bir yardımın varlığı gerekir.
818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 45.maddesinde sözü geçen destek kavramı hukuksal bir ilişkiyi değil, eylemli bir durumu hedef tutar ve ne hısımlığa ne de yasanın nafaka hakkındaki hükümlerine dayanır; sadece eylemli ve düzenli olarak geçimini kısmen veya tamamen sağlayacak şekilde yardım eden ve olayların olağan akışına göre eğer ölüm vuku bulmasaydı, az çok yakın bir gelecekte de bu yardımı sağlayacak olan kimse destek sayılır.
O halde destek sayılabilmek için yardımın eylemli olması ve ölümden sonra da düzenli bir biçimde devam edeceğinin anlaşılması yeterli görülür.
Bununla birlikte destekten yoksun kalan kimse devamlı ve gerçek bir ihtiyaç içerisinde bulunmalıdır. Genel olarak bakım ihtiyacı, sosyal düzeye uygun olan yaşamın devamını sağlamak için gerekli olanaklardan yoksun kalmayı anlatır. Eğer ölenin eylemli olarak baktığı davacı, ölüm yüzünden bu bakımın sağladığı yaşama düzeyinin altına düşmüş olursa, ihtiyaç bulunma koşulu gerçekleşmiş sayılır. Burada önemli olan, destekten yoksun kafan kimsenin ve ailesinin temsil ettiği sosyal ve ekonomik düzeye göre normal karşılanan giderlerdir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 21.04.1982 gün, 979/4-1528 E., 1982/412 K. sayılı kararı).
Diğer taraftan, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 06.03.1978 tarih ve 1/3 sayılı kararının gerekçesinde de:
"Destekten Yoksun Kalma Tazminatının eylemin karşılığı olan bir ceza olmayıp, ölüm sonucu ölenin yardımından yoksun kalan kimsenin muhtaç duruma düşmesini önlemek ve yaşamının desteğin ölümünden önceki düzeyde tutulması amacına yönelik sosyal karakterde kendine özgü bir tazminat olduğu" hususu vurgulanmış; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 30.11.2005 gün ve 2005/4-648 E. 2005/691 K. sayılı ilamında da aynı esaslar benimsenmiştir.
Önemle vurgulanmalıdır ki, Borçlar Kanunu'nun 45/111. maddesine göre destekten yoksun kalma tazminatı, desteğin mirasçısı olarak geride bıraktığı kişilere değil, desteğinden yoksun kalanlarına aittir. Destekten yoksun kalma tazminatı isteyebilecek kişiler, mirasçılardan başka kişiler de olabileceği hususunda da herhangi bir ihtilaf yoktur. Murisin trafik kazasından kaynaklanan bir sorumluluğu söz konusu olduğunda ve koşulları oluştuğunda mirasçıları bundan sorumlu olduğu halde, aynı olay nedeniyle destekten yoksun kalan ve fakat mirasçı olmayan kişiler bundan sorumlu değildir (HGK.nun 15.06.2011 gün ve 2011/17-142 E. 411 K. sayılı ilamı),
Yeri gelmişken, davacıların açıklanan sıfatı ve hukuki konumları karşısında, davacılar üzerinde doğan zararın niteliği belirlenmelidir:
Davacıların destekten yoksun kalma tazminatı talebine dayanak olarak gösterdikleri zarar; işletenin ölümü sonucunda meydana gelmekle birlikte işleten üzerinde doğan bir zarardan ayrı ve salt onun desteğinden yoksun kalınması olgusuna dayalı, mirasçılık sıfatıyla bağlı olmaksızın uğranılabilen bir zarardır. Böyle bir zararın işletenin kendisinin sahip olacağı hakla bir ilişkisi olmadığı gibi, doğrudan İşletenin zararıyla bağlı ve onunla sınırlı bir zarar da değildir. İşletenin ölümü zararı doğuran olay olmakla birlikte, zarar doğrudan üçüncü kişi durumundaki destekten yoksun kalanlar üzerinde oluşmuştur. Buradaki zarar, mirasçıların salt bu sıfatla devraldıkları murislerinin uğradığı ve ondan intikal eden bir zarar da değildir.
Hal böyle olunca; aracı kullanan şoförün tam kusuruyla meydana gelen kazada, aynı zamanda onun eyleminden sorumluluğu nedeniyle kendisi de tam kusurlu kabul edilen işletenin ölümü nedeniyle talep edilen destek zararının, ölenin değil üçüncü kişi durumundaki destek tazminatı isteklilerinin zararı olduğu kabul edilmelidir.
Burada üzerinde durulması gereken diğer bir husus ta; kazanın meydana gelmesinde tam kusurlu olan araç şoförünün eylemlerinden sorumlu tutulan ve bu nedenle tam kusurlu olduğu kabul edilen işletenin, bu kusurunun, zorunlu trafik sigortacısı aleyhine açılan davanın davacıları olan, üçüncü kişi durumundaki destekten yoksun kalanlara karşı ileri sürülüp sürülemeyeceğidir.
Bilindiği üzere, kural olarak zarar gören, sürücünün trafik kazasının oluşmasında kusurlu bulunması durumunda 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 41.maddesine göre sürücüye, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 85/1 maddesi hükmünce de motorlu araç işletenine karşı dava açabilecektir. Sürücü ile araç işletenin sorumluluğu BK md 51 anlamında dayanışmalıdır.
Kural bu olmakla birlikte, dava açanların sıfatı, davanın hukuksal niteliği ve dayanağı, kusur durumunun davaya etkisinin belirlenmesinde etkilidir.
Eldeki davada da talep, destekten yoksun kalma tazminatı olduğuna göre, bu tazminatın yukarıda açıklanan özellikleri gözetilerek işletenin kusurunun davacıların haklarına ve dolayısıyla da taleplerine etkili olup olmayacağı da davanın bu niteliği gözetilerek çözüme kavuşturulmalıdır.
Destekten yoksun kalma tazminatına dayanak teşkil eden hak, salt miras yoluyla geçen bir hak olsa idi doğrudan işleten üzerinde doğup ondan mirasçılarına intikal edeceğinden, bu yöndeki savunmalar ölenin desteğinden yoksun kalanlara karşı ileri sürülebilecekti. Oysa yukarıda da açıklandığı üzere, destekten yoksun kalma tazminatına konu davacıların zararı, desteklerinin ölümü nedeniyle destekten yoksun kalan sıfatıyla doğrudan kendileri üzerinde doğan zarardır. Bu zarardan doğan hak desteğe ait olmadığına göre, onun kusurunun bu hakka etkili olması da düşünülemez.
Şu hale göre; işleten murisin, ister kendi kusuru ister bir başkasının kusuru ile olsun salt ölmüş olması, destekten yoksun kalanlar üzerinde doğrudan zarar doğurup; bu zarar gerek Kanun gerek poliçe kapsamıyla teminat dışı bırakılmamış olmakla, davacıların hakkına, desteklerinin kusurunun olması etkili bir unsur olarak kabul edilemez ve destekten yoksunluk zararından kaynaklanan hakkın sigortacıdan talep edilmesi olanaklıdır.
Eldeki davada da; davacıların desteği, işleteni olduğu araçta, sürücünün tam kusuru sonucu meydana gelen trafik kazası sonucu vefat etmiş; davacılar, destekten yoksun kalan sıfatıyla, zorunlu mali sorumluluk sigortacısını hasım göstererek, destekten yoksun kalmaya dayalı tazminat isteminde bulunmuşlardır.
Davacıların üçüncü kişi konumunda oldukları hem mahkeme, hem de özel dairenin kabulünde olduğu gibi, işletenin yakınlarının uğradıkları destek zararlarının trafik sigortacısının sorumluluğu kapsamı dışında kaldığına ilişkin Kanunda ve buna bağlı olarak poliçede açık bir düzenleme bulunmadığı da, uyuşmazlık konusu değildir.
Davacıların uğradıkları zarara bağlı olarak talep ettikleri hak, salt miras yoluyla geçen bir hak olmayıp, bilimsel ve yargısal içtihatlarda kabul edildiği üzere destekten yoksun kalanın şahsında doğrudan doğruya doğan, asli ve bağımsız bir talep hakkıdır.
Bu nedenledir ki, Özel Dairenin davacıları üçüncü kişi kabul etmesine karşın, zararlarını ve buna bağlı tazminat haklarını muris üzerinde doğmuş bir hak olarak kabul etmesi ve bu kabul şekline göre vardığı sonuç çoğunlukça kabul görmemiştir.
Sonuç itibariyle:
Davacıların ölenin salt mirasçısı sıfatıyla değil, destekten yoksun kalan üçüncü kişi sıfatıyla dava açtıkları, ölüm nedeniyle doğrudan davacılar üzerinde doğan destekten yoksunluk zararının oluşumundaki kusurun davacılara yansıtılamayacağı; dolayısıyla tam kusurlu araç şoförünün ve onun eylemlerinden sorumlu olan işletenin kusurunun, işletenin desteğinden yoksun kalan davacıları etkilemeyeceği; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ve Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartları'na göre, aracın zorunlu mali sorumluluk sigortacısı davalı sigorta şirketi, işletenin üçüncü kişilere verdiği zararları teminat altına aldığına ve olayda işleten tam kusurlu, destekten yoksun kalan davacılar da zarar gören üçüncü kişi konumunda bulunduğuna göre, davalı sigorta şirketinin zararın tamamından sorumlu olduğu ve davacıların davalı sigorta şirketinden destekten yoksun kalma tazminatı isteyebilecekleri, oyçokluğu ile kabul edilmiştir.
Şu hale göre, yerel mahkemece, davacıların, desteklerinin işleteni olduğu araçta, sürücünün tam kusuru sonucu meydana gelen trafik kazası sonucu, vefat etmiş olması nedeniyle, destekten yoksun kalan üçüncü kişi sıfatıyla, zorunlu mali sorumluluk sigortacısını hasım göstererek dava açabileceğinin kabulü ile işin esasının incelenmiş olması, yukarıda açıklanan değişik gerekçelerle, sonucu itibariyle doğru olup; bu kararda direnilmesi uygundur.
Ne var ki, Özel Dairece tazminat miktarına yönelik diğer temyiz itirazları incelenmemiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, DİRENME UYGUN OLUP; davalı vekilinin tazminat miktarına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 17. HUKUK DAİRESİ'NE GÖNDERİLMESİNE, 22.02.2012 gününde oyçokluğu ile karar verildi.


Sharing is sexy

Benzer Yazılar

Hiç yorum yok:

Yorum Yazın